16 Ekim 2018 Salı

KURAN' I ANLAMA CABALARI, BU YOLDAKİ ENGELLER KURANA ATILAN İFTİRALAR


                             DEĞERLİ DOSTLAR;
BİZ BÖYLE Mİ İDİK!!?   BİZE NE OLDU!!?
İŞTE BİZİM HİKAYEMİZ..!

Allah'ın insanlığa gönderdiği dinler, tarih boyunca inananlar tarafından bozula gelmiştir! Buna karşın yüce yaradan, şirkten uzak kalmaları için, kavimlere sürekli peygamberler göndererek tevhitteki yozlaşmanın önüne geçmeyi amaçlamıştır. Ne yazık ki, insanoğlu her dönemde haddini aşmıştır. Kimileri dini yetersiz bulup artırımlar yaparak, kimileri azaltarak! Kimisi geçmiş kültürlerini. asabiyet ve kavmiyetçiliğini, aile kavgalarının sebep ve sonuçlarını   zamanla dinselleştirmiştir!  kimileri de dinden çıkar sağlamayarak sürece bir şekilde zarar vermişlerdir!...
  Hz. Muhammed sonrası da,  söz konusu olumsuz etkenlerin aynısının kendini göstermesiyle İslam içindeki yozlaşma da diğer dinlerin kaderine mahkum olmuştur!. Başlangıç olarak zorba ve adaletsiz yönetimler, muhaliflerini sindirmek ve gözden düşürmek, hükümranlıklarını sürdürmek adına toplumdaki huzuru adaleti, sosyal ilişkileri alt üst etmişlerdir! Allah’ın kitabının toplum tarafından yeterince anlaşılması için caba göstermek şöyle dursun,  geriye dönük bir takım rivayetler uydurarak haklılıklarını topluma kabul ettirme yöntemini kullanmışlardır. İç ve dış çatışmalar yüzünden Kuran’ı anlayan insanların bir bir ölmesi, yaşayanların da yönetimden uzak durması  bu zihniyetin ekmeğine yağ sürmüştür! Yeni Müslüman olmuş geniş halk kitleleri dinini Kuran’dan öğrenme imkanı nerdeyse kalmamış bir ortam! İnsanlar bu açlığı bir şekilde doldurması gerekiyor! Bu konularda yeterli rivayet de yok!! Bunu nerden anlıyoruz? Hz. Ebu Bekir sahabenin yaşadığı dönemde bütün valilere genelge göndererek hadisleri toplatır. Toplam 500 hadis çıkar. Bu kadarın içinde bile çelişkiler görünce Allah resulü bize Kuran’dan başka emanet bırakmadı diyerek onları yok ettiriyor. Çünkü insanlar Kuran’ı anlıyor, Allah resulünün örnekliğini içlerine sindirmiş vaziyetteler!  Sadede yani sonraki  o karmaşa dönemine dönersek,  Müslüman toplumun din adına bildikleri Allah resulünden beri nesiller arası yaşanarak gelen ibadetlerden anladıkları kadardır!  Sahabe dönemindeki derinlik maalesef kalmamıştır! 
Bu karmaşa içinde  din adına yaşananlar!!!
Kuran zaten anlaşılmıyor! Şiilere göre Kuran’ı ancak temiz olanlar anlar ve açıklarlar! Onlar da kim? -Ehlibeyt.  Dolayısı ile ehli beytin her söylediği söz Kuran’ın anlamıdır!.  Abbasi yöneticilerinin iddiası da,  Kuran’ı en iyi kim anladı? Elbette Allah resulü ve onun varisleri!! !  İktidar ile muhalefet arasında kalan geniş halk kitleleri, muhaliflerin dinde olmayan bir takım şeyleri itikat konusu yapmasına  karşı  mesafeli durarak, her ne kadar iktidarın zulmünü desteklemiyorsa da, muhalefetin aşırılığına karşı   iktidarın din adına ortaya attığı şeyleri kendilerine daha yakın hissettiler!!  Biz dini anlamada ehlibeytin değil peygamberin ve onun varislerinin sözlerine bakarız! Argümanını kullanmaya başlarlar. Büyük kopuşun alt yapısını oluşturan bu iddiaların altının  doldurulması için iki tarafta da  hadis borsası oluştu!.  Bu oluşumların bir tarafında  ehlibeyt,  diğer tarafta da  peygamber adına hadis uydurma faaliyetleri  başlar! Bu o kadar meşrulaşır ve önemsenir ki, hadis uyduranlar bununla cennete bile gideceğine inanmaya başlarlar!.  Her iki tarafta da dinde olmayan bir sürü hurafe ve yalanları hem peygambere hem de ehlibeyte söyletmişlerdir. Bunlarla kalsalar ya! Bu yalanları kullanabilecekleri ayetlerin altına koyarak Kuran’ı da bu sürece  ortak etmişlerdir! Bugün ayet anlamlarına bakıyorsunuz, aynı ayet şiilere farklı Sünnilere farklı bir şey söylüyor!!. Allah'ta tezat olur mu!!? Haşa!!!
Sürecin devamında, insani yorumlar, iyi niyetle, belirli zamanların sorunu çözme konusundaki fıkıh hükümleri, içtihatlar, farklı kavimlerden gelen kültürler, dinde olmayan binlerce şey dinden sayılırken,  Kuran’ın  hüküm  belirlemede adı olsa da,   etkisiz yetkisiz  sevgi ve saygı boyutunda duvarlara asılı bırakılmıştır!  Kitabı anlamayı değil de okumayı amel edinenler, ne hikmetse Allah resulünden yaklaşık iki yüz elli üç yüz yıl sonra metin tenkidi yapılmadan toplanarak  Kuran’a, ahlaka, akla  ve kendi kendisi  ile çelişen doğru ve yanlışın iç içe geçtiği  rivayetler  yığınını  anlaşılır ilan ederek, Kitabın yerine oturtmuşlardır!. Tabiri caiz ise  tevhit ameliyat edilerek reforma tabii tutulmuştur. İslam kılıfı ile İslami ritüellerinde içinde olduğu nerdeyse yeni bir din ortaya konmuştur! Daha sonraki nesiller bu tezgahı fark etmeden  söz konusu rivayetlerin bir çoğunu ne yazık ki, Kuran'ın anlamı zannı ile din haline getirmişlerdir. Çelişkili rivayetler; günümüzde bir kısım Müslümanların tüm hadisleri reddetmesine, bir kısmının dinden uzaklaşmasına bir kısmının  ateist ve deist olmasına neden  olurken, diğerlerini de geçmişte  gruplara mezheplere, meşreplere, daha sonrada tarikatlara bölünerek parça parça olmasına neden olmuştur!. Farklı rivayetleri benimseyen her bir grup, kendilerini hak diğerlerini batıl görmesi yüzünden, kardeş olmaları gereken müminler bir birini kafir ilan etmeye başlamışlardır. Bugün her bir grup kendilerinin hak olduğunu ayetlere ve hadislere dayandırabilmekte Kuran ve hadis herkese farklı şeyler söylenilmektedir! Bu ihaneti zamanında görüp, Müslümanları Kuran'a ve nebevi sünnete çağıran Hasan Basri ve İmamı Azam, Akif ve sonraki alimlerimiz ya cezalandırılmış yada itibarları yerle bir edilmiştir. Rahatını bozmamak için ne hale düştüğümüzü görmek istemeyenler, gelecek tepkileri göze alamayan korkaklar, hakikati gördüğünde kafalarındaki dinin bozulacağı endişesi içinde olanlar, ya susmaktalar! Yada bu gerçeği söyleyen herkese bütün çirkinliği ile saldırabilmekte!...
Bu hakikatleri görmek o kadar zor mu? Her akıl sahibi şöyle bir baksa bugün adı İslam olan toplumlarda a’ dan z’ ye kadar dinde çeşitlilik, itikat, anlayış, amel vs. farklılıklarını, bunların sebep olduğu tartışma ve kavgaları, tekfirleri, öldürmeleri, katilliğe çağrıları göremez mi!..? Görmüyorlar mı!..? Görülmeye  görülmeye geldiğimiz son noktaya bakalım!
Gelinen nokta!...
İslam toplumları aklını kullanmayıp hurafe bataklığına saplanması yüzünden, bilimsel,  teknolojik, sosyal ve ekonomik gelişmelere ayak uyduramamış, topraklarını kaybetmiş birçoğu batılıların sömürgesi olmaya mahkum olmuşlardır!  Kaynaklarını akıllıca kullanmamış emperyalist ülkelere peşkeş çekmişlerdir.!   Bu  kadar aymazlığı, gerilemeyi kimileri batılıların oyununa, kimileri Müslümanların tembelliğine, kimileri de Kuran’ dışı uydurulmuş dinin insanlardaki düşünme akıl etme yetisinin yok edilmesine bağlamıştır.!
Neticede, günümüz Müslümanları tarihte hiç olmadığı kadar fakir, ezilmiş, aşağılanmış, zelil ve tefrikalara bölünmüş haldedir.  Karnı toklar acın haline ortak olmamakla birlikte, aşağılık bir hayat sürmektedirler. Açlık ve yokluk içinde olanlar eğitimden yoksun kaldıklarından kötülük üretenlerin etkisinde her yeni gün farklı amaçlara yönelik kullanılmaktadırlar! Kısaca Müslümanlar bir birine düşürülmüş,  bir birini öldürmeyi dinin bir emri hatta cihat sayma hadsizliğine düşmüş yada düşürülmüş durumdadır!  Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kendilerine yeni tartışma, kavga ortamı oluşturmada son derece maharetli olduklarını da göstermişlerdir! Daha önce mezhepler ve tarikatlar  üzerinde yürüyen tartışma, bu seferde dinin kaynağı “Kuran mı, hadis mi”.?...Alanına kaydırılmıştır!!!!.
Bir sorun varsa ki, var! Asırlardır  saklanmaya çalışılıp bir türlü üstü kapatılamayan bir tür tevhit ve şirk' in mücadelesi artık ap açık ortaya çıkmıştır!  Mesele din üzerinde oynanan oyunların bozulup hakikate ulaşılması ise,  Maksat rızai ilahi kazanmaksa, önümüzde örneğimiz var. Allah'ın resulünün övülen örnekliği ve bunların neler olduğu açıkça kitapta belirtilmiştir.
   Allah’ın dininin aslına dönme konusunda atılacak her adımda,  kavga etmeden, bağırıp çağırmadan, tartışmaların ön yargısız bir şekilde sürdürülmesi, tevhidin, adaletin, aklın, şefkatin, özgürlüğün, mübaşire nin öncülüğünde Müslümanların fabrika ayarlarına dönmesi yönünde bir cabaya güzel bir katkı sağlamak varken...!
Kendimiz gibi düşünmeyenlere karşı bu çirkinlik, ötekileştirme,  iftira, şahsiyetlerini yok etmek...!  Bütün bunları kimin için, kim adına, neden yaparız? Hem de din Allah'ın, kavga niye bizim! Üstelik O böyle bir kavga istemezken! Bu çirkinlikten bir Allah rızası çıkar mı!..? Çıkmayacaksa insan kaybedeceği şeyin kavgasını yapar mı?


     İSLAMIN DİNİN KAYNAĞI KURAN
Dinin kaynağı, Doğru haber akıl ve beş duyu ile tespitin sonuçlarıdır. Bu anlamı bütünü ile taşıyan Kuran’ın bize ulaşması haberi mütavatir dir..Yani doğru haberdir.  Bu durum Müslümanlar ve  Müslüman olmayanlar tarafından ittifakla binlerce kişi tarafından tartışmasız olarak şahit olunmuş ve Hz. Muhammed vasıtası ile bize ulaştığı kabul edilmiştir.
Allah resulü Kuran’ın unutulmaması, yanlış bir şeyin karışmaması için, vahiy katipleri görevlendirip hem ezberlenmesini hem de yazdırılmasını kontrolünde sağlamıştır. Kuran’ı  ölümüne yakın bir zamanda da Hz Ali’ ye teslim etmiştir. Kuran ın kitap haline getirilmesi, Hz. Ebu Bekir döneminde Allah resulünün toplayıp tamam ettiği metinler yine ezberleri güçlü hafızların  kontrolü ile iki kapak arasında kitaba dönüştürüldüğü itirazsız kabul edilen bir gerçektir. Kuran’ın resul sonrası sahabenin gayreti ile toplandı iddiası doğru değildir. Sahabe adına uydurulan diğer rivayetlerin meşruluğunu sağlamak için uydurulmuş bir yalandır!
Kuran’ın gelişi,  Allah resulü tarafından insanlara tebliği, hayata inen ayetlerin sahabe tarafından anlaşılıp yaşanması, Kuran’ın tam bir hayat kitabına dönüşmesi, bu güne kadar ondan bir harfin dahi eksilmediği konusunda bütün ümmette ortak bir inanç vardır. Yeri geldikçe işleyeceğimiz gibi zaman zaman şii ve sünni dünyasının kurandan sonra sahih saydıkları kaynaklarında  Kitaptan şüphe uyandıracak çeşitli rivayetler olsa da buna itibar eden pek olmamıştır.  Allah resulü döneminde problemlerde müracaat kaynağı olan kitap, resul sonrası iki kapak arasına girdikten sonra yavaş yavaş sosyal hayattan çekilmeye başlamıştır! Anlaşılmak, insanlığa güneş ve  yol haritası olmak,  amel edinmek üzere inen kitap, zaman geçtikçe sadece metninin okunması amel haline getirilmiştir!  Bu arızayı sık sık itiraf eden alimler olsa da, bu gerçek asırlar geçtikçe kitabın yolundan çıkmanın önüne geçilememiştir. Müslümanların çoğu anlayamadıkları Kuran’ın yerine , dinde kaynak olarak yapılan ilavelere yani  hadis, rüya, ilham, evliya diye atfedilen kişilerin sözleri, farklı din ve kültürlerden gelen usuller, ayetlerin anlamını genişletmek için ilave edilen Yahudi ve Hırıstiyan kültürüne ait  bilgilerin pek çoğunun tefsir kitaplarımızda yer alanlarını din diye anlamaya başlamışlardır!!!.. Din adına kabul edilen kaynak genişledikçe öyle bir hale gelinmiştir ki, kitap bir şey söylüyor, toplumca kabul edilen din başka bir şey! Kitap merhum Akif’in dediği gibi mezar başlarında ölülere, hastalıklara şifa için okunur olmuştur! Haşa ve kella tabiri caiz ise kitabın musalla taşına konmaya çalışılmasının merhalelerini anlamaya çalışacağız…

KURAN DİYOR Kİ; “Bu kitap açık ve açıklayıcıdır”
Allah’ın kitabı kendi içinde kendini de anlatmayı ihmal etmemiştir. Buna göre; Bu kitap açıktır. Anlaşılmayan yönleri yine kendi içinde açıklanan bir kitaptır. Anlaşılsın diye indiği toplumun dili üzerine, toplumun anlayacağı örneklerle, toplum kültüründe, o coğrafyada bilinen peygamberler,  kavimler, hayvanat ve bitki örtüsü  üzerinden örnekler verilerek,  o toplum içinde yaşanan aksaklıklar, gelenek haline gelmiş ahlak dışı yaşantılara dikkat çekerek detaylandırılmıştır!…Der ve bu konuya yönelik çok detay vererek, benzeri örnekleri de yeri geldikçe  sayar gider!.... 
 Anlaşılmasının üzerinde ısrarla  durulmasını da; “Ümmet, kendi aklı ve vicdani ile gönderilen mesajları anlasın ki, bunları anlamak için, bir başkasına kul olmasın diye “ der. Allah böyle derken,  bir kısım kullar bunu inandırıcı bulmazlar. Haşa, Allah’ı yalancı çıkartmak için elinden gelen demagojiyi üretip polemik yaparlar.  Tıpkı geçmiş Yahudi ümmetinin Allah ın emrini yerine getirmemek için ayak sürümesi  ve bu amaca yönelik ürettikleri  anlamsız sorular gibi,….!  Sorular üretirler. Hâlbuki ki Allah, bu olumsuzluğu da kitabında örneklendirmiş ki;.. sakın sizde onlar gibi davranıp yaratanınızla cedelleşmeyin!  Zira siz zararlı çıkarsınız, diye sürekli akla, aklını başkasına emanet edenlere vurgu yapmıştır. 
Aklı emanet alıp, bir daha sahibine vermeyen emanetçiler  neden Kuran’ı kendi üzerinden değil de, ya peygamber  yada bir takım gizli gaybi ilimler, ilmi ledün çerçevesinde anlamayı, anlatmayı   doğru buluyorlar?..! sorusu ister istemez insan aklına geliyor tabii!....
 Allah resulü sonrası Kuran’a karşı paralel din üretenler, Kuran’a söyletemedikleri; dalavereyi, rüşveti, iltiması, torpili, irtihal etmiş peygamberin ağzına koyarak ona söylettiler!.. Kuran’ı bu rivayetler acıkılıyor argümanı ile de alt yapı oluşturduklarından, sonraki nesillerin Kuran ve  din algısını bu yalanlar oluşturmaya başlamış, dini anlama yönünde yazılan kitaplar, tevsirler hep bu maksada hizmet eder duruma gelmiştir!.. Bu yalanları görenler asırlardır haykırmış deliller ortaya koymuşsa da nafile. Bu nemadan faydalananlar,  yönetimler, dinden para kazananlar,  toplumda sınıf oluşturup statü kazananlar hakikat çağrılarına kulak kapadıkları gibi hakkı hakikati söyleyenleri  bir şekilde susturmuşlardır!... Tıpkı imamı azama yapıldığı gibi….
Ekonomik yönden nemalananlar örneklendirilmesi gerekirse; Şia toplumunda “Zekat doğrudan fakire verilmez, imamlarda toplanır. Bu onlarda itikat konusuna dönüştürülmüştür!. İhtiyaç sahiplerine imamlar dağıtılır” İmamların vicdanını havale edilen fakirin hakkı ile  bugün imamların bir çoğu  o ülkenin en zengini olmuş, fakirin fukaranın hakkı gaspa uğramıştır!. Ülkemizde de bunun benzerlerinin yaşandığı herkesin malumudur. Fetö olayında olduğu gibi!..  Benzer yapılar ondan kalan boşluğu doldurma gayretine girmişler, bir lokma ekmeğe muhtaç insanlar toplumda kol gezerken, Kuran talebelerine, okul ve yurt adı ile beş yıldızlı saraylar dikmişlerdir. Kendileri de lüks arabalar, eşliğinde  havuzlu yedi yıldızlı saraylarda hüküm sürerek topluma gerdan kırmaktalar. Kısaca fakir, yetim ve yoksullara verilmesi gereken hasenat, bu gün birilerinin lüks ve ihtişam içindeki hayatına harcanmaktadır. Yetiştirdikleri talebeler Kuran’ anlasa idi!. Topluma anlatsa idi!. Anlaşılan kuran yetseydi, Kuran’ı yaşayan resul örnek alınsaydı, Kuran’ın acık ve açıklayıcı lığına güven duyulsaydı bu toplum bu halde olur muydu!..? Din,  Kuran’ı istismar eden, onu para kazanma aracı yapan cahillere emanet edilir mi idi!!!..

KURAN OKUMALARINDA ÇELİŞKİ ZANNI UYANDIRAN KURAN IN KENDİSİ DEĞİL OKUMA BİÇİMİNDEDİR.

Nisa suresi 82 de Kuran’da çelişki yoktur. peygambere tabi olup olmama konusunda bir biri ile çeliştiği zannı veren bir sürü ayet vardır. Bunları nasıl anlamalıyız!..?  
Kuran’da Allah peygambere zaman zaman resul(elçi) zaman zaman da nebi diye hitap eder. Bu hitaplardaki  elçi kavramında, verilen görevleri sadece tebliğ etmesi, başka bir şeye kalkışmaması, nebi  kavramında ise uygulamalardaki eksiklik ve küçük hatalar dolayısıyla eleştiriler ve uyarılar vardır. Bu iki şey ayırt edilmediği sürece konu yeterince anlaşılamaz.
Konuya ayetlerden örnekler vererek başlanırsa anlaşılması daha kolay olur. Mesela;  KAF/45  te "Biz onların neler söylediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onların üstüne bir zorba değilsin. O halde, benim tehdidimden korkanlara sadece Kur'an'la öğüt ver."
YÛNUS /109 da "Sana vahyedilene uy ve Allah hüküm verinceye kadar sabret. O, hâkimlerin en hayırlısıdır."
Araf Suresi 3. (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O`ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!
Tahrîm Suresi, 2. Ey peygamber! Eşlerinin rızasını arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi, niçin sen kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Bu mealde onlarca ayet varken, buna karşın tersi bir algılamayı gerektiren onlarca ayetten söz etmek mümkündür. Mesela;  
ahzap 36 da “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır”.
Nisa 4/80 de “Bu Resul’e (Elçi’ye)  kim itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur” 
Görüldüğü gibi, bazı ayetler resul’e (elçiye) uyun derken bir kısmında Allahtan başka veli edinmeyin, ondan başka kimseye tabi olmayın demektedir. O halde insanlar peygambere tabi olacaklar mı, olmayacaklar mı?
Konuyu anlayabilmek için önce peygamber kelimesinin akıbetini sorgulamak gerek. Kuran’ın hiçbir yerinde kullanılmamasına rağmen, dilimize Farsçadan geçen peygamber; bir birinden ayrı anlamlar içeren nebi ve resul ün ortak anlamı olarak kullanılmaktadır. Sorunun kaynağı bu kelimeye yüklenen anlamla ilgilidir. Bu anlaşılmadan  konudaki çelişkinin  giderilmesi mümkün değildir.
Kuran’,  Resul’e (elçiye) tabi olmayı emrederken, nebiye itaatten söz etmediği gibi  nebiye onlarca  uyarı söz konusudur. Ayrı anlamları olan bu kelimeleri bir kelimeyle yani  peygamber anlamı verilirse, Peygambere hem itaat, hem de itaat etmemek gibi çelişkili bir durum ortaya çıkar. Gelenek bu çelişkiyi görmezden gelerek  resul ve nebi’nin anlamını kitap verilen ve verilmeyen peygamberler olarak tanımladığından anlam karmaşası sürüp gelmiştir. Bu farklılığı ifade eden alimlerde genellikle görmezden gelinmiştir.
Mesela, gelenekte dört ilahi kitabın indiği kabul edilir. Bunlar Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Nebîmize dayandırılan bir rivayette Âdem’e 10 suhuf, Şît’e 50 suhuf, İdris’e 30 suhuf ve İbrahim aleyhisselama 10 suhuf olmak üzere 100 suhufun indiği de iddia edilir. Böylece toplam sekiz nebiye kitap verilmiş olur.
Hâlbuki konuyla ilgili ayetler, bütün nebilere kitap ve hüküm verildiğini açıkça bildirmektedir. Bakara 2/213 .
Bu meseleye ön yargısız sade Kuran acısından baktığımızda genel kanaatin yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Durum böyle olunca bizler ; Ya Allah’ın  Kuran’da  sözünü ettiği Allah resulünün  izinden gideceğiz, yada bir kısım ulemanın yarattığı peygamber algısının izinden!  Bunlar bir birinden çok ayrı iki faktördür. Önce bunu ayırt etmek gerekir. Bunu ayırt etmek içinde önce Kuranda Resul ve Nebi Kavramlarına bakışın ne olduğuna bakalım.
Nebîlik makamdır. Nebî, insanlığa Allah’ın kitabını getiren, tebliğ eden ve uygulayan kişidir.“ manası; Allah tarafından değeri yükseltilmiş kişi” anlamına gelir. İnsan kendi isteği ile nebi olmaz. Yüce Rab bu makama getirdiklerine Kitap ve hikmet verdiğini ifade eder. Tabii burada geçen kitap ve hikmet de ümmet arasında farklı yorumlarla anlaşılmaya çalışılmıştır. “Onlar, kendilerine kitap, hüküm ve nebîlik verdiğimiz kimselerdir.” (En’âm 6/89)
Nebînin değerli hale getiren ona vahiy edilmesinden dolayıdır. Allah Teâlâ, bu yüce makama getirdiği kişiler dışında hiç kimseye nebî dememiştir.  İnsan için kendi canlarından daha değerli olan nebi, aynı zamanda da bir insandır. Bunu özellikle söyleyen ayette; “De ki "Ben de tıpkı sizin gibi insanım. Bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunmaktadır...”.  (Kehf 18/110). Nebi Kuran’ı uygulamada, ondan hüküm çıkarmada hata ve eksik yapabilir. Bu durumlarda Allah’ın ikazına muhatap olurlar.
 Resul’lük  görevdir. Resul yani Elçi, kendinden bir şey katmadan birinin sözünü diğerine ulaştırmakla görevli kişidir.  Bir nevi bir ülkenin başka bir ülkedeki elçisi gibi. Kendi ülkesinde oluşturulan görüşleri bulunduğu ülkenin ilgili makamlarına aynen ulaştıran kişi gibi. Nasıl bir elçi ülkesinin belirlediği politikalara bir şey ilave edemez ise, resulde  Allah tan gelen vahye her hangi bir şey ilave yada eksiltme yapamaz. Elçilikte asla hata olmaz. Muhataplarına iletir. Konuyla alakalı örnek ayet verilmesi gerekirse;
" Elçilere(Resullere); her şeyi ortaya koyan tebliğden başka ne düşer?" (Nahl 16/35)… Başka bir ayetde; “(Muhammed,) Bize karşı bir takım sözler uydursaydı, onu kıskıvrak yakalar, şah damarını koparırdık. İçinizden hiç biri de bunun önüne geçemezdi.”(Hâkka 69/44–47). Resule itaat vardır. Çünkü yukardaki ayetten de anlaşılacağı üzere, resul; sadece Allah tan aldığını tebliğ ettiği için, resulün bütün sözleri  Allah’ın vahyidir. Yani Kuran’da geçen ayetlerdir. Dolayısı ile resule itaat, Allaha itaat anlamına gelmektedir. Zira kendinden kattığı her hangi bir şey yoktur. Bununla ilgili onlarca ayet  mevcuttur.
 Burada önemli olan Nebi ve resul kavramlarını karıştırmamak gerekir. Resul sadece vahiy geldiği ve tebliği süresiyle görevi sınırlı iken, nebi 24 saat görev ve sorumluluk içindedir.  Kuran’da nebiye  itaat, şartı yoktur. Niye; nebi insandır, gelen vahyi işlemek hüküm çıkarmak zorundadır. Bunu yaparken yanlış yapabilir, yanılgıya düşebilir. Ayrıca, günlük ihtiyaçları vardır, aile reisi, devlet başkanı, insanlara arkadaş, sosyal ilişkiler içinde istekleri sevdikleri ya da sevmedikleri olabilir. Onun şahsına münhasır sevdiği her şeyi, yada sevmediklerini herkes tarafından sevilip, sevilmemesini dinin bir esası saymak zulüm olur. Misal, Peygamberin kabağı sevdiği rivayeti vardır. Bu dinin bir esası olsa! Kabağı sevmeyenlerin hali ne olur? . sahabeden zeyd, Kuran’da belirtildiği üzere eşinden ayrılma  konusunda Nebiyi dinlememiş eşinden ayrılmıştır. Enfal 5,6 da nebi ile tartışan ashab (mücahitler), 58/1 de nebi ile tartışan kadın ve 33/37 Bunun için Kuran onları telin etmemiştir. Kısaca; . Her resul aynı zamanda nebîdir ama her nebî resul olmayabilir. Çünkü resul kelam ilmine göre yeni şeriat veya Kitap getiren peygamberdir. Ama nebi, daha çok kendinden önceki resulün izinde giden, ama eski şeriata yeni bir açılım getirendir.

KURAN BİZE YETER Mİ, O’NU YETERİNCE     ANALAYBİLİRMİYİZ?


KURAN’IN ANLAŞILMASI KONUSUNDA KURAN NE DİYOR?  BU KONUDA İNSANLARDA OLUŞAN KANAATLER NELERDİR?

Kuran anlaşılır mı? Sorusuna anlaşılmaz, Kuran yeter mi? Sorusuna da yetmez demek Allah’a itirazda bulunup yalan çıkartmaktan başka bir şey değildir.  Zira Allah, “Bu kitap; hidayettir, ışıktır, dosdoğru yoldur, kılavuzdur acık ve açıklayıcıdır. Bu kadar detaya rağmen size yetmedi mi?” Demektedir! Bu ifadelerin hiç birisi tevil götürecek fulü sözler değildir. Dinde Kuran asıldır. Öğrenmeye öncelikle doğru bir mealleri okuyarak başlamak şarttır. Bunun en önemli faydası Dinin sahibinin Allah,  hükmün de yalnız Allaha ait olduğunu, din gününde Allah ın danıştığı, akıl aldığı, fikrini sorduğu, yetki verdiği, ortakları olmadığını o günün tek sahibinin Allah olduğunu öğrenir. İnsandan kutsallar edinilmeyeceğini, İslam’ın bir ahlak dini olduğunu, ahlaklı olmadan islam olunmayacağını fark eder. Kısaca bir mümine lazım olacak her türlü bilgi ile donanabileceği  için şirke düşmekten kurtulur. Kendisine lazım olan esas bilgiyi kitabından öğrenen bir insan, uygulamada da resul gibi bir örneği takip ettiği sürece Allah ın izni ile kurtuluşa ermiş demektir.
İslam coğrafyasında Kuran’ın anlaşılması, yeterli olup olmadığı hususu ile tefsir ve meal konusunda da insanımız arasında farklı anlayışlar mevcuttur. Bunları ve anlayışlarını kısaca irdelersek;
GELENEKSEL RİVAYET ODAKLI ANLAYIŞ; “Kuran’ı  biz asla  anlayamayız!. Onu yalnız peygamber açıklamıştır!. O açıklamalarda bize hadis adı ile ulaşmıştır” demektedirler. Bu anlayış içinde olanların birçoğunun din algısı, uydurma rivayetleri asıl kabul ederek, Allah ve resulüne yapılan iftiraları ve çelişkileri Kuran’ın anlamı diye Kitaba yedirdiklerini, dine zam yaptıklarını görüyoruz!  Rivayet odaklı anlayışlar kendi aralarında farklı mezhep, tarikat cemaat ve grupları içinde barındırır. Bunların Kuran’ı anlama konularında da farklılıkları vardır!  Ayetlerin anlamı diye seçtikleri rivayetler farklı olabildiğinden aynı ayette farklı anlamlar yüklendiği bariz bir şekilde görmek mümkündür! Kanaatimce geleneksel anlayışta  eksik olan tahkik ve sorgulama! Büyük alim olarak nitelendirilen kişilere eksiklik ve hata yakıştırılmamasıdır!
KURAN’I MERKEZE ALIP, KURANIN ONAY VERDİĞİ SAHİH SÜNNETİ SAHİPLENEN ANLAYIŞ: Kuran’ın Yeteri kadar detaylı, açık ve açıklayıcı, olduğunu zaten kendisi söylüyor. Peygamberin Kuran’ı tebyin görevi yani açıklaması demek, anlaşılmayan ifadeleri anlaşılır hale getirmek, tercüme anlamında bir açıklama değildir. Allah tan aldığını değiştirmeden ümmetine açıklamasıdır. Üstelik Allah kitabı için; “ Acık ve açıklayıcı gönderiyorum ki, bunu size başkası açıklayıp da üzerinize tahakküm kurmasın”. Demesine rağmen, Kuran’ı anlaşılmaz ilan etmek, iyi niyet değildir.! Zira peygamber açıkladı diye sunumu yapılan rivayetlerin bir kısmı Kuran ifadelerine uygun olsa bile, bunların detayının birçoğuna yalan hurafe hatta içi şirk dolu sözler yama edilmiştir!. Bunlar hem Allah’a hem de resule iftiradır” demektedirler.
 Böyle olmakla birlikte,  Allah resulünü  yukarda sözü edilen çirkinliğin gölgesine mahkum etmenin de son derece düşmanca olduğunu  ifade edilerek,  Kuran; Resulullah için, “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” der (Kalem, 4) bir diğer ayette “ Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya suresi, 107 belirterek adeta O nun yaşayan bir Kuran olduğunu,  Allah resulü ile Kuran’ın bir birinde ayrılmasının mümkün olmadığını ifade ederler. Yani peygamber siz bir Kuran anlayışın doğru sonuçlar vermeyeceği kanaati hakimdir.
VAHİY ODAKLI ANLAYIŞLAR;  Bu anlayışa sahip olanlarda kendi aralarında çok farklı görüşlere sahiptirler.  Ortak anlayışları  Nebevi sünneti peygamber örnekliğini yok sayanlar!!! Hadislerin tamamını ret ederler.  Rivayet geleneğinin makul olmayan dengesizliğine tepki olarak çıkan Kuraniyun adı ile anılan bu gruplar aslında modern hurafe ekolü yani Reşad Halife’nin temsil ettiği bir yapının dışında farklı farklı anlayışlar türemiştir! Reşat halifeciler, tövbe suresi son iki ayetini yok sayan, bazı ibadetlerde de ıskonto yapan ekoldür..
Bunlarda Kuran’ın yeterince açık ve anlaşılır olduğunu en ileri derecede savundukları halde aynı ayeti anlama konusunda bile kendi aralarında görüş birliği içinde değildirler! Peygamber vazifesini yapmış gitmiştir diyerek sahih hadis ve sünneti kabul etmeyenlerdir. Tabii bir görüşü, genelleme ifadelerle anlatmak elbette mümkün olmayabilir. Zira Fikir ve anlayış benzerliği içinde olan her insanın her konuda aynı kabulleri olduğunu söylemek elbette güçtür. Hiçbir anlayışta homojen bir yapı yoktur. Kendi içlerinde farklılıklar vardır.
Görüleceği gibi bu konuda da ümmet arasında farklılıklar mevcuttur. O halde   Kuranı anlamamız için önümüzde hangi engeller var? Bunlara bakmak gerek!.
KURAN’I PEYGAMBER VE SAHABESİ İYİ ANLADI DA, BİZ NEDEN  ANLAYAMIYORUZ? EKSİĞİMİZ NEDİR?
Kuran, Hz Muhammed’e,  O’nun lisanı olan Arap dili üzere idi. Resul, coğrafyanın, o toplumun ve o kültürün bir ferdi idi. Yine o toplumda İbrahim’in dininden yaşanarak gelen bozulmamış parçacıklar vardı. Bundan başka hangi ayetin hangi olay üzerine, kimin bir hareketine, hangi sorunların çözümüne yönelik indiğini en iyi bilen O ve arkadaşları idi. Hatta müşriklerin bile acaba bundan sonra gelecek ayet ne diyeceği onların da merak konusu idi.! Dolayısıyla Kuran’ın ne dediğini dışardan gelen İranlı Selman Farisi bile biliyor ve anlıyordu. Kuran, sözlerini kabul etmeyen ya da ağır bulanlara karşı  “Kuran bu kadar acık iken hala anlayamadınız mı? Size bu kadar öğüt yetmedi ?..! Kıyamette bu kitaptan sorgulanacaksınız! Ne kadar az düşünüyorsunuz?” Gibi tekrar tekrar sitem ve tehdit içerikli uyarılar tekrarlanıyordu. Bu kadar açık ve anlaşılır bir metni  Kuran’ı, indiği toplum, müşrikler dahil anlıyordu da, biz niye onlar gibi anlayamıyoruz?  Sorusunu soranlar, anlaşılmaz diyenlere itirazlar elbette haklıdır. Burada unutulmaması gereken bir husus var. O da Kuran’ın anlaşılır olması yaşayan bir topluma, hayatın içine inmesindendir. O toplumun  varoşunda  yaşayan birisi kadar Kuran’ı anlayabilmemiz içinde o toplum değerlerinin çoğuna ulaşmamız gerekir!
ELİMİZDEKİ VERİLERLE ANLAMA KAPASİTEMİZE BAKACAK OLURSAK; Kuran 23 yıllık bir sürede bir birinden bağımsız olaylar ve konular üzerine, bin dörtsüz kusur yıl önce inmiş bir kitaptır. Kuranı anlama konusunda eksik olan o dönemle aramızda bir sürü doneler mevcuttur. Bunlar; cahiliye aklının nasıl işlediğini, kültürü ve imanını, o dönemdeki Yahudi Hristiyan ve sabi ilerin inançlarını ve kültürlerini, o dönemin Arap dili felsefesini inceliklerinin ne olduğunu bilmiyoruz! Bunlarla birlikte yüce kitabımızda, bir roman gibi giriş gelişme sonuç bölümünden oluşan konu bütünlüğü de yoktur. Sure ve ayetlerin Kuran’a dizilişi nüzul sırasına göre değil serpiştirilmiştir. Ayrıca ayetlerin nüzulü ile ilgili doğru bilgiler elimizde olsa da bunlar yeterli değil. Bu alanda yalan rivayetlerde üretilmiştir! Bunların ayırt edilmesi gerekir!. Bugünkü Arap lisanı bire bir Kuran’ın indiği dönemle aynı değildir. Her lisan gibi bir sürü değişikliklere uğramıştır. O dönemki toplum kültürü, İbrahim’i dinden kalan hakikatlerin tamamının ne olduğu ile ilgili yeterli bilgilere herkesin vakıf olması öğrenmesi pek mümkün değildir! Detaylı anlamaya herkesin ne zamanı ne imkanı nede kapasitesi yetebilir!. Kuran sahabeye yetti ama, biz bu boşlukları doldurmadığımız sürece bize yetmeyebilir!
Kur'an'ın mübiyn olması, onda her şeyin en ince detayına kadar açıklandığı anlamına da gelmemektedir!. Nedeni, Kuran ın indiği toplum, din adına hiçbir şey bilmeyen bir topluluk değildi. İslam Hz Âdemden beri insanlığa seslenen, ilkelerini ortaya koyan bir dindir. Dolayısıyla Hz. Muhammed'e verilen mesajlar daha önceki resuller vasıtası ile gönderilmiş mesajların bir benzeridir. Onlardaki bozulmamışları tasdik eder. Eksiklikleri giderme, bozulmuşluğu da tamamen kaldırması işlevi vardır.
Yukarda Kuran’ı doğru anlamak için indiği toplumun tüm sosyolojisini dikkate almak gerek dedik. Misal o coğrafyada yaşayan kadın erkek sıcaktan dolayı hepsi başını örtmekte idi. Bilindiği üzere günümüzde başörtü ayeti diye bilinen Nur suresi 31 ayette her ne kadar başörtüsü var dense de, meallerdeki başörtüsü yorumdur. Aslı olan örtülerini yakalarında açık kalan yerlerin örtülmesi yönünde emir vardır. Pekiyi neden başın bütününün örtülmesine değinmemiştir. Nedeni gayet açık. Zira zaten o toplumda bütün kadınların başı örtülüdür. Örtülü baş için tekrar kadınlar başını örtsün demeye ihtiyaç duyulmamıştır. Bir eksiğe vurgu yapılmıştır.  Bir başka örnek aile içindeki geçimsizlikle ilgili detay ayette darp geçer. Bu sözcük günümüzde dövmekle bire bir kullanılır. Oysa Allah resulü hayatı boyunca boşanma derecesine gelmiş olmasına rağmen hanımlarından birine en ufak bir fiske vurmamıştır. Gerçekten bu kelime bizim anladığımız gibi ise, haşa  Allah resulü Kuran’a uymamış olur ki, Bu anlayışta resule iftiradır.  Bu örneklerde de olduğu gibi düz bir meal okuma ile Kuran’dan hüküm çıkarmak doğru değildir.
Yukarda sözü edilen verilerin her mümin içi elde edilmesinin mümkün olmaması, tabi kî  Kuranı anlaşılmaz olduğu anlamına gelmemektedir.
 Cahiliye Arap toplumu ile ilgili konuların tamamında Kuran’da detaylı bilgi olmasa da kitap geneli itibarı ile  bazı konularda detay mevcuttur. O dönemlere ait kitaplar ve o günlerde kullanılan kelime anlamlarını içeren sözlüklerde mevcuttur. Bu kaynakların ışığında güçlü bir Arapçası olanlar,  Kuran üzerinde uzun yıllar çalışıp emek verenler, Kuran’ın kendi kendini açıklayıcı yönünü kullanarak, (anlaşılmayan bir ifadenin başka bir konu içinde açıklanmasına bakarak) bir konu ile ilgili bütün ayetleri bir araya getirip ortak bir okuma yaparak, Kuran’ı bütüncül mantığından parçaların ne dediğine bakarak. Buna ilaveten Kuran mantığına ters olmayan çelişkili bir durum arz etmeyen yaşayarak günümüze kadar gelen nebevi uygulamadan da faydalanarak Kuranı anlayabilmek mümkündür. Nitekim günümüzde yukarda sayılan kaynaklara ulaşarak Kuran’ı yeterince anlayanlarında azımsanamayacak kadar çok olduğunu kabul etmemiz gerek.
Meselenin esası, meal okuyan herkes Kuran’ı ben anladım ondan hüküm çıkarabilirim dememeli! Kendisini Kuran alimi sanmamalı. Bu o kadar kolay değil. Bayağı bir emek isteyen konu. Ama dini öğrenmeye kalkan herkesin şirk batağına düşmemesi için, ilk okuması gereken kitap güzel hazırlanmış bir meal olmalı. Okumaları ile Nebi örnekliğini birleştirdiği zaman, yani Bakara 143 de söylendiği gibi aşırılığa gitmeden inançta dengeye dikkat etmesi halinde sanırım ortada sorun kalmayacaktır.
Ama dini öğrenmek şirk batağına düşmemek içinde Kuran’ın anlamını anlamaya yönelik bir emek şarttır.
SON CÜMLE; Kuran’ı peygamber açıklamıştır. Ondan başka kimse açıklayamaz diyenlerin Allah’ın kulu ve elçisi olan peygamberi,  nur-u Muhammedi doktrini ile yücelterek, Allah resulünü hayattan dışlayarak, hurafe ve yalan batağına düştüklerini görüp onlardan efsunlanmamak gerek!.

Ben dinimi Kurandan öğrenirim. Peygamber vazifesini yapıp gitmiştir! Diyerek( Tayipte Yahudilerin Musa'yı yalnız bıraktığı gibi) vahiy onay verildiği halde ondan gelen tüm müktesebatı çöpe atanların düştükleri durumu da gözden kaçırmamak gerek!  Ne gibi denirse, Eline aldığı sözlük ve lügat ile yola çıkarak ayetlere kelime üzerinden kafasına göre   anlamlandıranların  birçoğunun, aynı ayete farklı anlamlar yüklediğini, bu anlamlar çerçevesinde namaz ve bazı ibadetleri  şirk görme hadsizliğine düştüklerini nasıl yok sayabiliriz!.? Kısaca nefislere hoş gelen yorumların etkisinde de kalınmaması!  Zira iman din adına her söz söyleyene emanet edilecek bir husus değildir. Kanaatimce  en makulü haddi aşmadan vahiy ve Resul örnekliğinde orta yolda kalmaya bakmak.  Elbette tek doğruyu söyleyen yalnız Allah’tır.                       

KURAN’I ANLAŞILMAZ İLAN EDEREK, ONU ANCAK PEYGAMBER AÇIKLAR SÖZÜ ALLAH’A İFTİRADIR!
Allah resulünü KURAN’a muhalif sözler söyleme konumuna getirenler, bu rivayetleri çoğaltıp yayarak bir konum elde edenler bilerek veya bilmeyerek   baştan beri  Müslümanları bir birine düşürmüş, Kuran’a iman ettik diyenlerin farkında olmadan, Kuran karşıtı söylemler üretmesine sebep olmuştur. Üretilen en  büyük iftira ve yalanlardan birisi, Allah ın anlaşılır dediği kitabı anlaşılmaz ilan etmişlerdir. Daha sonra lafzını bozamadıkları kitaba uydurma anlam ve tevillerle bu kitabı ancak peygamber açıklar mantığını ileri sürerek bu yalanlarını uydurma rivayetlerle beslemişlerdir… İşte bunların en başta gelenlerinden bir örnek;
" Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasında Allahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604; Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21; Tahavi, Şerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"
Kuran’a uyup uymadığına bakılmadan, metin tenkidi ve araştırması yapılmadan adı sahih olan kitaplara doldurulan bu tür yalan rivayetler arasında yukardaki iftiranın farklı versiyonları vardır.
 Sonuç olarak bu yalanların söylediği şudur; Nisa 113, Bakara 151 ve daha bir çok yerde yüce Rab’ın Allah resulüne kitap dışında hikmeti ve bilmediği şeyleri öğrettiğini ifade ederken, bunlarla neyin kast edildiği de ayetlerin önünde, devamında Kuran bütünlüğü içinde anlatılmış olmasına rağmen, bu zihniyet ilgili ayetlere anlam kaydırması yaparak, buradaki Hikmet'ten kastın da; Kur’an’dan bağımsız gayri metlüv olarak inen ayrı bir vahiy olduğu, bunun da sünnet ve hadis olduğunu dini yeni öğrenen nesillerin beyinlerine yerleştirmişlerdir. Daha Sonra bu isabetsiz yorumu açık kapı olarak görenler Kuran’a söyletemedikleri yalanı, iftirayı, rüşveti, her türlü namussuzluğu, uydurdukları rivayetlerle peygambere söylettirmişlerdir
Bu yalanların içinde inananlara Kuran’ın islamın anlaşılması ve yaşanmasına yetmeyeceği, Kuran’ yeter diyenlerin de gelecekte hadis ve sünneti red edeceklerinin işaret edildiğini yine uydurdukları hadis yoluyla müminlerin itibar ettikleri kaynaklara sokuşturmuşlardır. İşin garibi bu hadisi peygamberimiz Hayber dönüşü koltuğa oturarak naklettiği tabakat kitaplarında yer alırken, hadisi nakledenin birisi Hayber fethine hiç katılmadığı, diğer nakilci Miktan bin ise Hayber in fethi sırasında çok küçük bir çocuk olduğu yine ilk kaynaklarda yer almaktadır. Bu çelişkiyi herkesin araştırıp bulması elbette mümkün olmamakla birlikte bu yalanı bilerek satanlar ve o sahtekarlardan din satın alanların vay haline! Din her satıcıdan alınacak bir mal değildir! Araştırma kültürünü yok edenler, batılı tenkit edenlere yapılan düşmanlıklar, kendi doğrusunu başkalarına dikte ettirenler yüzünden geldiğimiz nokta; Müslümanların bugünkü zelil hali! Bölünme, birbiri ile kavga, tefrika, dalavere üç kağıt her türlü namertlik ve sahtekarlık.! Netice; Açlık sefalet ve  kan……..Böyle bir Allah dini düşünebiliyor musunuz?..!


KURANI SİZ ANLAYAMAZSINIZ DİYENLERİN, DÜŞÜNCE ARKA PLANI
Kuranın anlamını  okuyup anlamaya çalışıyoruz. Birileri bize Kuran anlaşılmaz, hele siz hiç anlayamazsınız diyorlar. Güvendiğimiz Allah,  bize niye anlaşılmaz bir kitap gönderdi acaba!,  Allah söylemek istediği şeyleri, peygamberler harici birilerine söyleyerek mi bize ulaştırıyor!  Diye düşünmeden edemiyoruz!...  Bilmediğimiz soruların cevabı ve yüce dinimizi kimden öğrenmemiz gerektiğini  Kuran anlaşılmaz diyenlere soruyoruz!. Onlarcası bizden diyor!  Onlardan birine itibar ediyoruz. Fakat toplumda herkes aynı yere gitmiyor. Farklı yerlerden din öğreniyor.  Farklı yerler, farklı kişiler ve onların kaynağında öğrendiklerimizin bir çoğu  bir birini tutmuyor. Hatta itikatta farklılaşma başlıyor! Bu sefer seninki doğru, benimki doğru tartışmasına, daha sonra da kavgasına giriyoruz. İyi de, bize öğretilenlerin hangisi doğru? Herkes, her grup dini esas kaynağından öğrense bu kavga olur mu!..?
Evet dostlar.  Kuran anlaşılmaz ilan edilmeli ki, birileri dinden para kazansın!..  Mevki makam, hanlar ve saraylar yaptırsın. Herkes kendine göre bir din öğretsin ki,  köleleştirdikleri insanlar başka bir tarafa kaçmasın!  Allah rızası istismarı ile  insanlar kaynaklarını buralara aktarsın!
Din  asıl kaynağından öğrenilmiş olsa idi, aradaki din satıcılarına ihtiyaç olur muydu!  Hakikat her zaman tek iken parçalanıp binlerle ifade edilir miydi!? Diye düşünmeden edemiyor insan!
“Kuran anlaşılmaz, Kuran’ı herkes anlamaz” iddiasını ileri süren bütün anlayış ve yapılanmalar incelendiğinde, farklılıklarla birlikte birçok yönden benzerliklerinin olduklarını görüyoruz!. Çünkü beslendikleri kaynaklarda ve din öğreti metotlarında da büyük bir oranda benzerlikler mevcuttur.  Uydurma rivayetlere aşırı bağımlılık, aklı devre dışı bırakma, tekfircilik, eski İslam alimi tapıcılığı, üstün bilgi ve akıl sahibi olarak kabul edilen birisine teslim olma,  hakikati arama ve araştırmak yerine, algı üzerinden öğrenip saldırmaya meyil, İslam’ın en temel önceliklerinden olması gereken ahlak anlayışını hayatının dışına itmek, özden ziyade, şekil üzerinden dini anlama ve algılama.
Söz konusu gruplardaki liderlik,  her grupta farklı isimlerle telaffuz edilirler.  üstat, asrın imamı, kutpul aktap,  gavs, mehdi, ehlibeyt imamı, vs. !.. Bu inancın temeli de aslı olmayan “ Her yüzyılda bir din yenileyicisinin geleceği”(1) ile ilgili bir rivayete dayandırılır!
Liderliğe yönelik öyle gizemli şeyler üretilmektedir ki; kendini orada hissedenlerin ayağı yerden kesilir.  Liderin mertebesi bazen peygamberlerden bile üstündür. Söz konusu liderin yüzü suyu hürmetine bütün gruba dahil olanlara cennetin  vaad edildiği,  böylesi bir yere bağlanmanın  Allah ın bir lütfu, kereminden, kişinin de  nasip’li olunmasından dem vurulur.!   Nasipsiz olan farklı inanç ve düşüncede olanlar ise;  sapık, bazen kafir konumundadırlar!  Oralara en ufak bir meyil içinde olanların parçası bile bulunmaz!..
Bir çok  grup ve fertlerinin iddiası bu!.
Kuran’dan kopuk farklı din ve kültürle etkisiyle oluşan bu merdiven altı çakma anlayışlar, kendilerini,  İslam’da olmayan  takkiye anlayışı ile gizlediklerinden, dışardan biri bunların iç dünyasını anlaması mümkün değildir. Aslı olmayan batıni gizli bilgilerini başkalarının anlayamayacağını düşündüklerinden grup dışında kimseyle paylaşmazlar.  Böylesi telkinler ile yetişenlerin kariyeri, tahsilleri ne olursa olsun,  bu sihirli ve afsunlu ortamın cazibesine kapıldıklarından asla kurtulamazlar!  Velev ki bunlar isterlerse İlahiyat okusunlar.!..  Şahsiyeti, düşünme ve akıl etme yetisi elinden alınan bu bireyler artık bulundukları grubun kurşun askeridir. Her an lideri ve imanı için bir yeri patlatabilir. Patlayabilirler. Bulundukları grubun dini argümanlarını korumak ve kollamak adına  her türlü gayrimeşruluğun  mubah olduğu bir inanç !..
 Üstelik göze alınan gayrimeşrulukları din adınadır!  Bunun örneklerini her dönemde görmek mümkündür. Aleyhinde bulunacakları birini şahsen tanımalarına da gerek yoktur. Liderleri  (X) kişisi ile ilgili olumsuz bir şey söylüyorsa, bu mutlak doğrudur.  O insanın kişiliği, ailesi,  namusu ve malı artık tehlike altındadır.!
Oysa İslam;  insanı ve şahsiyetini önceler. Onun inancına bakmaz kişiliğini garanti eder.  Dinin tek kaynağının  Kuran ve onun hayata uygulama şeklini de  Allah resulü örnekliği ile yaşanacağını gerçeğidir.
Kuran’ın maksat ve amacına bakmadan rivayetler üzerinden üretilen, hakikati tahrif eden bu dini anlayışları, Bütün mezheplerde, tarikatlarda ve cemaatlerde görmek mümkündür. Bunun temelleri maalesef ki tertemiz gördüğümüz mazide ikinci ve üçüncü yüzyılda atılmış, bu güne kadar ilavelerle katmerleşerek günümüze kadar gelmiş ve şu an, tüm vahşeti ile İslam dünyası bunun acısını çekmektedir. Bu anlayış yüzünden insanımız dinden soğuyor, ilimden medeniyetten uzak kalıyor, insanlığa en ufak bir katma değer üretemiyor!
    Din adına yaşanan bu rezaleti, gayri ciddiliği, çelişkili söylem ve davranışlara şahit olup bunları doğru bulmayan birçok insan, böyle din mi olur? Deyip dinden soğuyor ve dine mesafeli davranıyorlar. Dindarlık kisvesine bürünmüş insanların acımasız tenkitlerine karşı bazen din düşmanına bile dönüşebiliyorlar!. Deist yada Ateist olabiliyorlar! Bu kayıp nesillerin sorumluluğunu da halen yüklenen kimse yok!
Oysa İslam; Herkese yalnız dosdoğru olmayı emreder. Kuran üzerinden insanla ilgili örnekler verir. Hatta bunu peygamberler üzerinden insanın yanılabileceğini, aldanabileceğini anlatır. Bırakın kötülük üretmeyi akıldan geçen yanlış düşüncelere karşı bile insanı uyarır. İnsanı ve şahsiyetini önceler. Onun dini inancına bakmaz kişiliğini, malını canını garanti eder. İslam tam bir ahlak dinidir. Gel gör ki, ahlakın bugünkü anlamı hakiki anlamını yitirdiğinden, herkesin kendi bağnazlığını koruması için yapacağı her türlü saldırının, çirkinliğin, iftiranın, kan içmenin İslam dışı ahlaksızlıkların adı olmuştur. 
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
 (1)“Allah her yüzyılın başında dini yenileyecek bir kişiyi bu ümmete gönderecektir.” Bu hadis Ebu Davud'un Süneninde [Melahim / 1] bölümünde yer alır. Hadisin peygambere isnadı sahte olduğu gibi, daha başka sahtekârlıklar da içermektedir. Şöyle ki hadisi nakledenler İmam Şafii'nin talebe ve bağlılarıdır. 'Kureyş’in âlimi /Şafii yeryüzünü adaletle dolduracaktır' hadisini uyduranlar da bu ekiptir. Bu yüzden olsa gerek mücedditler (!) hep Şafiilerden çıkmıştır.
...Öncelikle bu hadisin senet yönünden arızalı olması bir yana, bu FİTEN ve MELAHİM hadislerinin hepsi baştan problemlidir. Güya Peygamberimiz ileride çıkacak fitneleri (FİTEN) ve kanlı hadiseleri (MELAHİM), Müslümanların birbirlerinin boynunu vuracağına dair ihbarat-ı gaybiyye (geleceği haber vermesi) türünden tüm hadisler uydurmadır. Peygamber asla geleceği bilemez. Bu hadisler şu amaçla uydurulmuştur. Pek çok cinayetler işleyen Müslümanlar işi kadere havale etmek ve de bunu da zaten Peygamber haber vermişti demek! Bu gelecekten haber verme (Fiten ve Melahim  Edebiyatı) Hristiyan ve Yahudilikteki apokaliptik kültürün bize uzanmış halidir.





ALLAHIN GÖNDERDİĞİ DİN BİZE NİYE YETMEDİ!
Allah’ın gönderdiği din  aslında insanlığa yetmişti. Hz. Peygambere inen vahiy, o vahşi toplumu kuzuya döndürmüş, İnsanlığın zirvesini yaşatmış ve güzel bir örneklik teşkil etmiş, onlara yetmişti! O örneklik bize yetmedi!  Allah resulü  sonraları eski alışkanlıkların hortlamasıyla bir takım kavgalar başladı. Kavgalarda herkes kendinin haklılığını ispatlamak için Kuran’ı konuşturmak istediler.  Önce  beceremediler. sonra bir yol buldular. Önce peygamberi kendi adına, sonra da Kuran adına konuşturdular.  Farklı kültürler ile İslam düşmanlarının üretimleri de  zamanla devreye girdi.  Allah ın koyduğu hükümlerin birçoğu laytlaştırıldı!  Boşluklar için yenilenmelere, ilavelere, ihtiyaç duyuldu!. Eğitim imkanlarının çok az olduğu toplumda dine susamışlığın etkisi ile zehiri  şifa olarak almaya hazır topluma din adına ne verilirse kabul görüldüğü bir ortam!  Okuma yazma kültürünü fazla olmadığı, sözlü kültürün hakim olduğu bu toplumda din adına konuşulan ne varsa, doğru ve yanlışlar gerçek anlamda ayırt edilemeden,  vahye vurulmadan, metin tenkidi yapılmadan sadece rivayet edenlerin güvenilirliği üzerinden  yazıya dökülmeye başlandı.  Bu zan ifade eden  bilgiler Kuran’ın yerine almaya başlamasıyla  zaten bir  hayli fazla olan farklı sesler daha da arttı!
Özetlemek gerekirse,  Bazı yenilenmelere, ilavelere, ihtiyaç duyuldu. Her bir fiil  için hükümler çıkartılmaya, fıkıh kurallarına ilaveler devam edildi. Rivayette karşılığı olmayan konularda aynı ekolden gelen alimler ortak karar verdi. Buna da icma dendi! O kadar çok konularda detaylı görüşler üretildi ki, gerek sosyal hayata yönelik gerekse din adına söylenen yazılanlar, insana özgür bir alan bırakılmadan hükme bağlandı! Mezheplerdeki farklı yorumlar, onun sebepleri,  Eski eserlere, Rivayetlere yönelik tenkitler onların tevilleri, karşıtları, yandaşları derken binlerce kitap yazıldı. Kötü niyet hep iyi niyetin paralelinde görevini yapmaya devam etti!
Sonuçta bunları okuduğumuzda irfanımızın artacağını düşünüyorduk. Ne garip ki bu olmadı. Sebebi bunları dinin aslından saydık! Bu yüzden görüş ayrılıklarımız çoğaldı. Acaba üretilenleri mi anlayamadık?! Geri dönüp baktık!. Onlara anlamak üzere yenilerini yazdık!. Yine olmadı. Kapsamlı bir araştırma yaptık. Bunca emek neden doğru sonuç vermiyor! Çok manidar bir o kadar da acı gerçekle karşılaştık! Ürettiklerimizin çoğu Allah’ın kitabına, resulün örnekliğine, bir birine, insan tabiatına, ahlaka, sosyal hayata, doğanın yaşam tarzına tezat, çelişkilerle doluymuş! İşin garibi bu kadar çelişkinin dinin aslı yerine konması, bunlara karşı çıkanların bir şekilde susturulması, dinin bir afyon gibi topluma yutturularak sarhoş edilmesiymiş! 
Öyle bir hale getirilmişiz ki; Artık hiç okumuyoruz, sadece zannımızdakileri takip ediyoruz. Yazımı  üzerinden bir asır geçmiş olan her bir kitap,  bir mezar taşı, …. Saymakla bitirilmeyecek kadar çok şey! Bizim için son derece kutsal olmuş!. Düşünelim bir kere  bir sarhoşun çamurda bulduğu  bir kağıdı öpmesi yüksek bir yere asması bile onu bir günde evliya yapabiliyor!  O evliya kutsanıyor mezarı başında günah çıkartılıyor! Böylesi düşünme yetisi elinden alınmış,  İman ettiği  kitabına yetim,  okuyup test etmediği  her bilgiyi cehaletine ilaç diye yutan bilgi tembeli, öze ihtiyaç duymadan  görüntüye,  şeklin  peşine düşme öngörüsüzlüğü!!.. İşte bizim son  halimiz!  Niye şaşırıyoruz ki, ALLAH ın kitabını yetersiz bulan bir toplumun geleceği nokta ne ola ki!....?
HANGİ KİTABA İNANIYORUZ!!?  BUNLARIN HANGİSİ DOĞRUDUR? BUNLARIN KİTAPLAŞTIRILMA SÜRECLERİ..!
Kuran’ın bize ulaşmasından yukarda bahsedilmişti. Kitabın gerçekliği ve eksiksizliği bu kadar ve şüphesiz bir gerçek iken, üstelik kitapta vahyin Allah tarafından korunacağı vaad edilmesine rağmen, Sahih “Sayılan” Bazı Rivayetler Kuran’ın itibarını nasıl düşürmeye çalıştığına bu konuya yönelik ne kadar iftiralar barındırdığına  bir bakalım…! 
Bakara ve Âl-i İmrân, Felak ve Nâs sûreleri uzunluğunda sûrelerin unutturulduğu, Ahzab Sûresi’nin önceleri Nur Sûresi kadar olduğu ve içinde recm âyetinin bulunduğu , Kur’an kitaplaştırılırken Tevbe Sûresi’nden son iki âyetin  yalnız Huzeyme bin Sabit’in yanında bulunduğu ve kitap/mushaf haline getirilirken Kur’an’dan bildiklerini bildirenlerden en az iki şahit istendiği halde (es-Sicistani, Age, 12.), Huzeyme’nin şahitliğini Rasulullah bir tarihte iki kişinin şahitliği yerine saydığı (Zerkeşi, Age. 1/234; el-Hûî, Age, 244, 246) veya Osman/Ömer kendisine şahitlik yaptığı (es-Sicistani, Age; el-Hûî, Age, 244) için bu iki âyetin sadece onun haberiyle Kur’an’a alındığı ve Tevbe Sûresi’nin sonuna yerleştirildiği (es-Sicistani, Age.17
"Ömer bin Hattab Kuran’dan recm ayetinin düştüğünü söyleyerek şöyle diyor: "Eğer insanlar Ömer, Kuran'a bir şey ekledi diyecek olmasalardı, ben bizzat kendi elimle recm ayetini yazardım." (bk. Sahih-i Buhari, Kitabul al-ahkam, Babu’ş Şehadet…)
Ehli-i Sünnet'in önemli kaynaklarından olan Mu'cem-i Tabaranî'de sahih senetle yer alan bir hadise göre Ömer b. Hattab şöyle dedi: "Kur'an bir milyon yirmi altı bin harftir." (Ed-Dürr-ül Mensûr (Suyutî), C.6, s.422, Mecme-üz Zevâid (Heytemî), C.7, s.163, Kenz-ül Ummâl (MuttakîHindî), c.1, s.517, c.1, s.541)
Oysa bu gün elimizde bulunan Kuran'ın harfleri bu rakamın üçte birini bile bulmuyor! Hakikat Kuran'ın üç yüz bin küsur harf olduğudur. Yani onlara göre Kuran’ın üçte ikisi yok olmuş!!!.
Nafî İbn-i Ömer'den nakleder ki: "Hiçbiriniz ben "Kuran'ın tümünü öğrendim" demesin. Çünkü, ne biliyor Kuran'ın bir çoğu kaybolup gitmiştir. Sadece desin ki ben Kuran'dan ortada olan kısmını öğrendim." (bk. El-İtkan (Suyûtî), c.2, s.25)
Ayşe’den şöyle nakledilir: “Gerçekten de Ahzab süresi Peygamberin zamanında 200 ayet olarak okunurdu. Oysa şu an ondan elimizde bu olanlar kaldı.” Rağıbın naklettiği ayette 100 olarak gelmiştir. (Muhazırat-ı Rağıb İsfahani, c.2, s.4 ve 434)
 “Taberâni «el-Kebir»inde İbnu Ömer'den şöyle dediğini rivayet eder: Sahabe'den iki kişi Resûlullah'tan bir sûre ezberlemişlerdi. Aradan bir süre geçtikten sonra, bir gece namaz kılarken, bu sûreyi okumak istediler. Fakat sûreyi tam olarak okuyamadılar. Sabahleyin Resûl'e uğrayıp durumu anlatınca Resûlullah; bu sûre, neshedilen sûrelerdendir, üzerinde durmayınız buyurdu.
Heytemî Mecme-üz Zevâid, kitabında Ebu Musa Eş'arî'den şöyle nakletmektedir: "Berâet (Tevbe) suresine benzer bir sure inmişti ki sonradan kaldırıldı ve ben ondan sadece şu cümleyi ezberledim: "Hiç şüphesiz Allah, bu dini öyle kavimlerle teyid eder ki (bu dinde hiçbir) payları yoktur."    Gibi!.. Bu tür ifadelerle bir sürü ayetin, ya unutturulduğu ya  sonradan çıkarıldığı, yada keçi ve tavuğun yemesi sonucu Kuran’a girmediği zehrini kusan sözler  Kur’an’ı yazboz tahtasına çevirmeye çalışmış, düşmanın karalama, aldatma ve yıpratma çabalarına bile ihtiyaç bırakmayan saçmalıklarla doldurulmuştur.
Bazı  ulema hadis kitaplarında geçti diye bu yalan sözlere inanmış,  yahut "aman hadisi kurtaralım da, ayet n'olursa olsun" kaygısı ile şu saçma kuralları uydurmuşlar; Bazı ayetlerin hükmü var, ama ayeti yoktur! Bazısının da ayeti vardır, ama hükmü yoktur. Bazı ayetler de sünnet/hadis ile iptal edilmiştir. Bazı ayetleri keçiler,  yemiştir.!!  Bazıları  ise Allah tarafından unutturulmuştur! Yani yüce rabbimiz, Kur’an’ı indirirken  sanki acele ile yanlışlık yapmış, bir takım şeyleri unutmuş, eksik/fazla göndermiş ama sonradan düzeltme yoluna gitmiş!!..... Rivayetlerdeki bu ve buna benzer binlerce yalan sonucu Turan Dursun, ve gibiler!.. günümüzde deizme kayan gençlerin sebebi olmaya devam etmektedirler!! Bu hakikatler görünmek istenmese de gelinen nokta budur! 
Şimdi de bu sahih adı verilen sözlerin kitaplaşma sürecine bakıp Kuran ile kıyaslayalım!
Hadis toplayıcıları, Buhari yada Müslim veya diğerleri, bu kişilerin hiç birisi de Arap değil, sahabe neslinin kimler olduğunu tanımaları mümkün değil! Bilmedikleri bir coğrafyaya gelirler hadis toplama işine koyulurlar! Misal Buhari, o bölgede deve ile elli bin kilometrelik bir alanda hadis toplamaya koyulur.  Altıyüzbin veya  sekizyüzbin hadisin içinden birini rivayet eden en son nesli arar bulur! Önce onun dürüstlüğünden, akıl sağlığından emin olur! Daha sonra   o kişinin hiç görmediği ancak duyumları sayesinde 7-8 nesil geride kalmış ölmüşlerin dürüstlüğünden de  emin olur!  Akıl sağlığını ölçer!.. en güvenilir olanların rivayetlerini toplar. Her bir rivayet  için gusledip iki rekat namaz kılıp istihareye yatar. Rüyasında peygambere tasdik ettirerek emin olduklarıyla sahihini oluşturur! Bunun en az 600 bin defa tekrarını yapar! Bu metotla  elde ettiği sahih sayısı 7275 tir! (Silsilenin oluşmasını da örneklendirirsek Her hangi bir hadisi Buhari’ye ilk söyleyen, Abdullah İbni Zübeyir. Ona söyleyen ölmüş olan Sufyan. Ona aktaran diğer ölmüş olanlardan; Yahya İbni Said el Ensari. O kimden diğer ölmüş olanlardan yani, İbni İbrahim et Taimi. Pekiyi o kimden öğrenmiş İbni Vakkastan! Pekiyi o kimden haber almış!  Hadislerin yazımını yasaklayanların önde gelen ikinci halife Hz. Ömer’in oğlu Ömer İbni Hattab dan! Ona da Peygamberimiz söylemiş! Böylesi bir nakil zinciri oluşturmuşlar!) Sonuç olarak tüm sahabeyi doğru sözlü  kabul edilmiş  olsa bile, sahabeden sonraki 7-8 neslin en az 6-7 si ölmüş durumdadır! Onların zeka durumunun doğru sözlü olup olmadıklarının kontrolü zaten imkânsızdır. Dolayısı ile “cerh ve tadil ilmi” dedikleri uğraşı, en erken bir  en fazla 250 yıl önce ölmüş olan mezardakilere uygulanıp sonuç alınması nasıl bir şey!..? anlaşılır gibi değil!!!
 O coğrafyada  at üstünde  50 bin km  yolculuk yaptığı 600 bin hadis ravileriyle görüşüp onların güvenilirliğini test edeceksiniz, Her bir rivayet için  güvenilir bir silsilenin oluşturacaksınız,  her bir hadis için gusül abdesti alıp  rüyada peygambere bu hadisin doğru olup olmadığı soracaksınız, onay aldıktan sonra da kaydını yapacaksınız!!!... Buna harcanan zamanı hesap etseniz, nerden bakarsanız bakın en az üc-dört yüz yıllık bir ömür gerekir!. Oysa Buhari, bu işi ömrünün üçte birinde tamamlamıştır! Kısaca hikaye bu!  Dinde asla şüpheye yer yoktur! Her mümin neyin yolundan gideceğini seçmek durumundadır! Adı gecen kitaplarda  Kuran’a uygun elbette Allah resulüne ait doğru sözler vardır. Bunlardan faydalanırsınız.  Doğru sözler hatırına bunca yalana eyvallah demek ne oluyor!

UYDURMA RİVAYETLERİN NAMUSUNU KURTARMAK İÇİN KURAN’A YÖNELİK ŞÜPHELER ÜRETENLER!  BUNU NİÇİN YAPARLAR?

Yukarda da bahsedildiği gibi, Kuran’dan yaklaşık 250 300 yıl sonra, metin tenkidi yapılmadan toplanan ve çok metanetli sorunlar içeren, Kuran’a ve Allah resulü örnekliğine kişiliğine taban tabana zıt, Allah’a iftiraların dolu olan rivayetleri Kurtarmak adına, adı Müslüman olanların ürettikleri söylemler hangi mantığın ürünüdür?..! Adam uydurma rivayetlerin namusunu kurtarmak için,
“Sahabe tarafından rivayet edilen hadislere  inanmıyorsunuz da, sahabe tarafından toplanan   Kuran’a neden inanıyorsunuz!..? Diyor  ve devam ediyor. “ Eğer rivayetler yalansa Kuran’da yalandır. Peygamberle ilgili bu rivayetler dediğiniz kadar uydurmaysa, Kuranın rivayetleri ile de şüphe duymaya başlayın, o zaman. Aynı sahabeler ve Müslümanlar Kuran diye kitap uydurmuş ve de sorgulanmasın diye içine bir de biz onu koruyacağız ayeti ilave etmiş olamazlar mı ?" Diyebiliyor!!!..   
Aman Allah’ım!..... Bunu hangi cesaretle söyleyebiliyorlar?..!  Tabii ki söylemelerine yönelik ellerinde kendi inandıkları tapu gibi rivayetleri var! Kurandan şüphe uyandıran rivayetleri çok azından örnekler vermiştik.  Siz bu yalanları adı sahih olan kitaplara doldurur da bu rivayetlerin her birini rüyamda peygambere danıştım diyerek kitaba dökerseniz birileri de buna böyle itibar ederler!!...
 Zerre kadar aklı, mantığı vicdanı olan insan bunun ikisinin yani Kuran’ın ve adına hadis denilen rivayetlerin kitaplaştırma süreçlerinin  aynı şey olmadığını görmez mi! Anlamaz mı?  Ancak vicdanın körlüğü gözün körlüğünden ne kadar berbatmış, ne kadar karanlıkmış, insan bu tür söylemleri kendini Müslüman olarak tanımlayanlardan görüp duydukça kalplerin mühürlenmesinin ne olduğunu anlıyor!.. Bu sözler bir Müslümanın olabilir mi? Ne ile neyin kıyaslandığına bir bakın!
Ayrıca günümüzde adı hadis olarak gecen rivayetlerin sayısı iki milyona yakındır. Doğru ve yanlışın iç içe geçtiği, Allah a ve resulüne iftiraların ağırlıkta olduğu bu rivayetler ile, bize ulaşımında ve kağıda dökümünde zerre kadar bir yanlış ve yanılgının olmadığı kanatini KURAN ı eşitlemeye çalışmak, bir akıl tutulması mıdır? Yoksa bir münafıklık mıdır? Anlaşılır gibi değil!..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder