DEĞERLİ DOSTLAR;
BİZ
BÖYLE Mİ İDİK!!? BİZE NE OLDU!!?
İŞTE
BİZİM HİKAYEMİZ..!
Allah'ın insanlığa gönderdiği dinler, tarih boyunca
inananlar tarafından bozula gelmiştir! Buna karşın yüce yaradan, şirkten uzak
kalmaları için, kavimlere sürekli peygamberler göndererek tevhitteki
yozlaşmanın önüne geçmeyi amaçlamıştır. Ne yazık ki, insanoğlu her dönemde
haddini aşmıştır. Kimileri dini yetersiz bulup artırımlar yaparak, kimileri
azaltarak! Kimisi geçmiş kültürlerini. asabiyet ve kavmiyetçiliğini, aile
kavgalarının sebep ve sonuçlarını
zamanla dinselleştirmiştir!
kimileri de dinden çıkar sağlamayarak sürece bir şekilde zarar
vermişlerdir!...
Hz. Muhammed
sonrası da, söz konusu olumsuz
etkenlerin aynısının kendini göstermesiyle İslam içindeki yozlaşma da diğer
dinlerin kaderine mahkum olmuştur!. Başlangıç olarak zorba ve adaletsiz yönetimler,
muhaliflerini sindirmek ve gözden düşürmek, hükümranlıklarını sürdürmek adına
toplumdaki huzuru adaleti, sosyal ilişkileri alt üst etmişlerdir! Allah’ın
kitabının toplum tarafından yeterince anlaşılması için caba göstermek şöyle
dursun, geriye dönük bir takım
rivayetler uydurarak haklılıklarını topluma kabul ettirme yöntemini
kullanmışlardır. İç ve dış çatışmalar yüzünden Kuran’ı anlayan insanların bir
bir ölmesi, yaşayanların da yönetimden uzak durması bu zihniyetin ekmeğine yağ sürmüştür! Yeni Müslüman
olmuş geniş halk kitleleri dinini Kuran’dan öğrenme imkanı nerdeyse kalmamış
bir ortam! İnsanlar bu açlığı bir şekilde doldurması gerekiyor! Bu konularda
yeterli rivayet de yok!! Bunu nerden anlıyoruz? Hz. Ebu Bekir sahabenin
yaşadığı dönemde bütün valilere genelge göndererek hadisleri toplatır. Toplam
500 hadis çıkar. Bu kadarın içinde bile çelişkiler görünce Allah resulü bize
Kuran’dan başka emanet bırakmadı diyerek onları yok ettiriyor. Çünkü insanlar
Kuran’ı anlıyor, Allah resulünün örnekliğini içlerine sindirmiş
vaziyetteler! Sadede yani sonraki o karmaşa dönemine dönersek, Müslüman toplumun din adına bildikleri Allah
resulünden beri nesiller arası yaşanarak gelen ibadetlerden anladıkları
kadardır! Sahabe dönemindeki derinlik
maalesef kalmamıştır!
Bu karmaşa içinde
din adına yaşananlar!!!
Kuran zaten anlaşılmıyor! Şiilere göre Kuran’ı ancak
temiz olanlar anlar ve açıklarlar! Onlar da kim? -Ehlibeyt. Dolayısı ile ehli beytin her söylediği söz
Kuran’ın anlamıdır!. Abbasi
yöneticilerinin iddiası da, Kuran’ı en
iyi kim anladı? Elbette Allah resulü ve onun varisleri!! ! İktidar ile muhalefet arasında kalan geniş
halk kitleleri, muhaliflerin dinde olmayan bir takım şeyleri itikat konusu
yapmasına karşı mesafeli durarak, her ne kadar iktidarın
zulmünü desteklemiyorsa da, muhalefetin aşırılığına karşı iktidarın din adına ortaya attığı şeyleri
kendilerine daha yakın hissettiler!! Biz
dini anlamada ehlibeytin değil peygamberin ve onun varislerinin sözlerine
bakarız! Argümanını kullanmaya başlarlar. Büyük kopuşun alt yapısını oluşturan
bu iddiaların altının doldurulması için
iki tarafta da hadis borsası
oluştu!. Bu oluşumların bir
tarafında ehlibeyt, diğer tarafta da peygamber adına hadis uydurma
faaliyetleri başlar! Bu o kadar
meşrulaşır ve önemsenir ki, hadis uyduranlar bununla cennete bile gideceğine
inanmaya başlarlar!. Her iki tarafta da
dinde olmayan bir sürü hurafe ve yalanları hem peygambere hem de ehlibeyte
söyletmişlerdir. Bunlarla kalsalar ya! Bu yalanları kullanabilecekleri ayetlerin
altına koyarak Kuran’ı da bu sürece
ortak etmişlerdir! Bugün ayet anlamlarına bakıyorsunuz, aynı ayet
şiilere farklı Sünnilere farklı bir şey söylüyor!!. Allah'ta tezat olur mu!!?
Haşa!!!
Sürecin devamında, insani yorumlar, iyi niyetle, belirli
zamanların sorunu çözme konusundaki fıkıh hükümleri, içtihatlar, farklı
kavimlerden gelen kültürler, dinde olmayan binlerce şey dinden sayılırken, Kuran’ın
hüküm belirlemede adı olsa
da, etkisiz yetkisiz sevgi ve saygı boyutunda duvarlara asılı
bırakılmıştır! Kitabı anlamayı değil de
okumayı amel edinenler, ne hikmetse Allah resulünden yaklaşık iki yüz elli üç
yüz yıl sonra metin tenkidi yapılmadan toplanarak Kuran’a, ahlaka, akla ve kendi kendisi ile çelişen doğru ve yanlışın iç içe
geçtiği rivayetler yığınını
anlaşılır ilan ederek, Kitabın yerine oturtmuşlardır!. Tabiri caiz
ise tevhit ameliyat edilerek reforma
tabii tutulmuştur. İslam kılıfı ile İslami ritüellerinde içinde olduğu nerdeyse
yeni bir din ortaya konmuştur! Daha sonraki nesiller bu tezgahı fark
etmeden söz konusu rivayetlerin bir
çoğunu ne yazık ki, Kuran'ın anlamı zannı ile din haline getirmişlerdir.
Çelişkili rivayetler; günümüzde bir kısım Müslümanların tüm hadisleri
reddetmesine, bir kısmının dinden uzaklaşmasına bir kısmının ateist ve deist olmasına neden olurken, diğerlerini de geçmişte gruplara mezheplere, meşreplere, daha sonrada
tarikatlara bölünerek parça parça olmasına neden olmuştur!. Farklı rivayetleri
benimseyen her bir grup, kendilerini hak diğerlerini batıl görmesi yüzünden,
kardeş olmaları gereken müminler bir birini kafir ilan etmeye başlamışlardır.
Bugün her bir grup kendilerinin hak olduğunu ayetlere ve hadislere
dayandırabilmekte Kuran ve hadis herkese farklı şeyler söylenilmektedir! Bu
ihaneti zamanında görüp, Müslümanları Kuran'a ve nebevi sünnete çağıran Hasan
Basri ve İmamı Azam, Akif ve sonraki alimlerimiz ya cezalandırılmış yada
itibarları yerle bir edilmiştir. Rahatını bozmamak için ne hale düştüğümüzü
görmek istemeyenler, gelecek tepkileri göze alamayan korkaklar, hakikati
gördüğünde kafalarındaki dinin bozulacağı endişesi içinde olanlar, ya
susmaktalar! Yada bu gerçeği söyleyen herkese bütün çirkinliği ile
saldırabilmekte!...
Bu hakikatleri görmek o kadar zor mu? Her akıl sahibi
şöyle bir baksa bugün adı İslam olan toplumlarda a’ dan z’ ye kadar dinde
çeşitlilik, itikat, anlayış, amel vs. farklılıklarını, bunların sebep olduğu
tartışma ve kavgaları, tekfirleri, öldürmeleri, katilliğe çağrıları göremez
mi!..? Görmüyorlar mı!..? Görülmeye
görülmeye geldiğimiz son noktaya bakalım!
Gelinen nokta!...
İslam toplumları aklını kullanmayıp hurafe bataklığına
saplanması yüzünden, bilimsel,
teknolojik, sosyal ve ekonomik gelişmelere ayak uyduramamış,
topraklarını kaybetmiş birçoğu batılıların sömürgesi olmaya mahkum
olmuşlardır! Kaynaklarını akıllıca
kullanmamış emperyalist ülkelere peşkeş çekmişlerdir.! Bu
kadar aymazlığı, gerilemeyi kimileri batılıların oyununa, kimileri
Müslümanların tembelliğine, kimileri de Kuran’ dışı uydurulmuş dinin
insanlardaki düşünme akıl etme yetisinin yok edilmesine bağlamıştır.!
Neticede, günümüz Müslümanları tarihte hiç olmadığı
kadar fakir, ezilmiş, aşağılanmış, zelil ve tefrikalara bölünmüş haldedir. Karnı toklar acın haline ortak olmamakla
birlikte, aşağılık bir hayat sürmektedirler. Açlık ve yokluk içinde olanlar
eğitimden yoksun kaldıklarından kötülük üretenlerin etkisinde her yeni gün
farklı amaçlara yönelik kullanılmaktadırlar! Kısaca Müslümanlar bir birine
düşürülmüş, bir birini öldürmeyi dinin
bir emri hatta cihat sayma hadsizliğine düşmüş yada düşürülmüş durumdadır! Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kendilerine
yeni tartışma, kavga ortamı oluşturmada son derece maharetli olduklarını da
göstermişlerdir! Daha önce mezhepler ve tarikatlar üzerinde yürüyen tartışma, bu seferde dinin
kaynağı “Kuran mı, hadis mi”.?...Alanına kaydırılmıştır!!!!.
Bir sorun varsa ki, var! Asırlardır saklanmaya çalışılıp bir türlü üstü
kapatılamayan bir tür tevhit ve şirk' in mücadelesi artık ap açık ortaya
çıkmıştır! Mesele din üzerinde oynanan oyunların
bozulup hakikate ulaşılması ise, Maksat
rızai ilahi kazanmaksa, önümüzde örneğimiz var. Allah'ın resulünün övülen
örnekliği ve bunların neler olduğu açıkça kitapta belirtilmiştir.
Allah’ın
dininin aslına dönme konusunda atılacak her adımda, kavga etmeden, bağırıp çağırmadan,
tartışmaların ön yargısız bir şekilde sürdürülmesi, tevhidin, adaletin, aklın,
şefkatin, özgürlüğün, mübaşire nin öncülüğünde Müslümanların fabrika ayarlarına
dönmesi yönünde bir cabaya güzel bir katkı sağlamak varken...!
Kendimiz gibi düşünmeyenlere karşı bu çirkinlik,
ötekileştirme, iftira, şahsiyetlerini
yok etmek...! Bütün bunları kimin için,
kim adına, neden yaparız? Hem de din Allah'ın, kavga niye bizim! Üstelik O
böyle bir kavga istemezken! Bu çirkinlikten bir Allah rızası çıkar mı!..?
Çıkmayacaksa insan kaybedeceği şeyin kavgasını yapar mı?
İSLAMIN DİNİN KAYNAĞI KURAN
Dinin kaynağı, Doğru haber akıl ve beş duyu ile tespitin
sonuçlarıdır. Bu anlamı bütünü ile taşıyan Kuran’ın bize ulaşması haberi
mütavatir dir..Yani doğru haberdir. Bu
durum Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar
tarafından ittifakla binlerce kişi tarafından tartışmasız olarak şahit olunmuş
ve Hz. Muhammed vasıtası ile bize ulaştığı kabul edilmiştir.
Allah resulü Kuran’ın unutulmaması, yanlış bir şeyin karışmaması
için, vahiy katipleri görevlendirip hem ezberlenmesini hem de yazdırılmasını kontrolünde
sağlamıştır. Kuran’ı ölümüne yakın bir
zamanda da Hz Ali’ ye teslim etmiştir. Kuran ın kitap haline getirilmesi, Hz.
Ebu Bekir döneminde Allah resulünün toplayıp tamam ettiği metinler yine ezberleri
güçlü hafızların kontrolü ile iki kapak
arasında kitaba dönüştürüldüğü itirazsız kabul edilen bir gerçektir. Kuran’ın
resul sonrası sahabenin gayreti ile toplandı iddiası doğru değildir. Sahabe
adına uydurulan diğer rivayetlerin meşruluğunu sağlamak için uydurulmuş bir
yalandır!
Kuran’ın gelişi,
Allah resulü tarafından insanlara tebliği, hayata inen ayetlerin sahabe
tarafından anlaşılıp yaşanması, Kuran’ın tam bir hayat kitabına dönüşmesi, bu
güne kadar ondan bir harfin dahi eksilmediği konusunda bütün ümmette ortak bir
inanç vardır. Yeri geldikçe işleyeceğimiz gibi zaman zaman şii ve sünni
dünyasının kurandan sonra sahih saydıkları kaynaklarında Kitaptan şüphe uyandıracak çeşitli rivayetler
olsa da buna itibar eden pek olmamıştır.
Allah resulü döneminde problemlerde müracaat kaynağı olan kitap, resul
sonrası iki kapak arasına girdikten sonra yavaş yavaş sosyal hayattan çekilmeye
başlamıştır! Anlaşılmak, insanlığa güneş ve yol haritası olmak, amel edinmek üzere inen kitap, zaman geçtikçe
sadece metninin okunması amel haline getirilmiştir! Bu arızayı sık sık itiraf eden alimler olsa
da, bu gerçek asırlar geçtikçe kitabın yolundan çıkmanın önüne geçilememiştir.
Müslümanların çoğu anlayamadıkları Kuran’ın yerine , dinde kaynak olarak
yapılan ilavelere yani hadis, rüya,
ilham, evliya diye atfedilen kişilerin sözleri, farklı din ve kültürlerden
gelen usuller, ayetlerin anlamını genişletmek için ilave edilen Yahudi ve
Hırıstiyan kültürüne ait bilgilerin pek
çoğunun tefsir kitaplarımızda yer alanlarını din diye anlamaya
başlamışlardır!!!.. Din adına kabul edilen kaynak genişledikçe öyle bir hale
gelinmiştir ki, kitap bir şey söylüyor, toplumca kabul edilen din başka bir
şey! Kitap merhum Akif’in dediği gibi mezar başlarında ölülere, hastalıklara
şifa için okunur olmuştur! Haşa ve kella tabiri caiz ise kitabın musalla taşına
konmaya çalışılmasının merhalelerini anlamaya çalışacağız…
KURAN DİYOR Kİ; “Bu kitap açık ve açıklayıcıdır”
Allah’ın kitabı kendi içinde kendini de anlatmayı ihmal
etmemiştir. Buna göre; Bu kitap açıktır. Anlaşılmayan yönleri yine kendi içinde
açıklanan bir kitaptır. Anlaşılsın diye indiği toplumun dili üzerine, toplumun
anlayacağı örneklerle, toplum kültüründe, o coğrafyada bilinen peygamberler, kavimler, hayvanat ve bitki örtüsü üzerinden örnekler verilerek, o toplum içinde yaşanan aksaklıklar, gelenek
haline gelmiş ahlak dışı yaşantılara dikkat çekerek detaylandırılmıştır!…Der ve
bu konuya yönelik çok detay vererek, benzeri örnekleri de yeri geldikçe sayar gider!....
Anlaşılmasının
üzerinde ısrarla durulmasını da; “Ümmet,
kendi aklı ve vicdani ile gönderilen mesajları anlasın ki, bunları anlamak
için, bir başkasına kul olmasın diye “ der. Allah böyle derken, bir kısım kullar bunu inandırıcı bulmazlar.
Haşa, Allah’ı yalancı çıkartmak için elinden gelen demagojiyi üretip polemik
yaparlar. Tıpkı geçmiş Yahudi ümmetinin
Allah ın emrini yerine getirmemek için ayak sürümesi ve bu amaca yönelik ürettikleri anlamsız sorular gibi,….! Sorular üretirler. Hâlbuki ki Allah, bu
olumsuzluğu da kitabında örneklendirmiş ki;.. sakın sizde onlar gibi davranıp
yaratanınızla cedelleşmeyin! Zira siz
zararlı çıkarsınız, diye sürekli akla, aklını başkasına emanet edenlere vurgu
yapmıştır.
Aklı emanet alıp, bir daha sahibine vermeyen
emanetçiler neden Kuran’ı kendi
üzerinden değil de, ya peygamber yada
bir takım gizli gaybi ilimler, ilmi ledün çerçevesinde anlamayı, anlatmayı doğru buluyorlar?..! sorusu ister istemez
insan aklına geliyor tabii!....
Allah resulü
sonrası Kuran’a karşı paralel din üretenler, Kuran’a söyletemedikleri;
dalavereyi, rüşveti, iltiması, torpili, irtihal etmiş peygamberin ağzına
koyarak ona söylettiler!.. Kuran’ı bu rivayetler acıkılıyor argümanı ile de alt
yapı oluşturduklarından, sonraki nesillerin Kuran ve din algısını bu yalanlar oluşturmaya
başlamış, dini anlama yönünde yazılan kitaplar, tevsirler hep bu maksada hizmet
eder duruma gelmiştir!.. Bu yalanları görenler asırlardır haykırmış deliller
ortaya koymuşsa da nafile. Bu nemadan faydalananlar, yönetimler, dinden para kazananlar, toplumda sınıf oluşturup statü kazananlar
hakikat çağrılarına kulak kapadıkları gibi hakkı hakikati söyleyenleri bir şekilde susturmuşlardır!... Tıpkı imamı
azama yapıldığı gibi….
Ekonomik yönden nemalananlar örneklendirilmesi
gerekirse; Şia toplumunda “Zekat doğrudan fakire verilmez, imamlarda toplanır.
Bu onlarda itikat konusuna dönüştürülmüştür!. İhtiyaç sahiplerine imamlar
dağıtılır” İmamların vicdanını havale edilen fakirin hakkı ile bugün imamların bir çoğu o ülkenin en zengini olmuş, fakirin fukaranın
hakkı gaspa uğramıştır!. Ülkemizde de bunun benzerlerinin yaşandığı herkesin
malumudur. Fetö olayında olduğu gibi!..
Benzer yapılar ondan kalan boşluğu doldurma gayretine girmişler, bir
lokma ekmeğe muhtaç insanlar toplumda kol gezerken, Kuran talebelerine, okul ve
yurt adı ile beş yıldızlı saraylar dikmişlerdir. Kendileri de lüks arabalar,
eşliğinde havuzlu yedi yıldızlı
saraylarda hüküm sürerek topluma gerdan kırmaktalar. Kısaca fakir, yetim ve
yoksullara verilmesi gereken hasenat, bu gün birilerinin lüks ve ihtişam
içindeki hayatına harcanmaktadır. Yetiştirdikleri talebeler Kuran’ anlasa idi!.
Topluma anlatsa idi!. Anlaşılan kuran yetseydi, Kuran’ı yaşayan resul örnek
alınsaydı, Kuran’ın acık ve açıklayıcı lığına güven duyulsaydı bu toplum bu
halde olur muydu!..? Din, Kuran’ı
istismar eden, onu para kazanma aracı yapan cahillere emanet edilir mi idi!!!..
KURAN OKUMALARINDA ÇELİŞKİ ZANNI UYANDIRAN KURAN IN
KENDİSİ DEĞİL OKUMA BİÇİMİNDEDİR.
Nisa suresi 82 de Kuran’da çelişki yoktur. peygambere
tabi olup olmama konusunda bir biri ile çeliştiği zannı veren bir sürü ayet
vardır. Bunları nasıl anlamalıyız!..?
Kuran’da Allah peygambere zaman zaman resul(elçi) zaman
zaman da nebi diye hitap eder. Bu hitaplardaki
elçi kavramında, verilen görevleri sadece tebliğ etmesi, başka bir şeye
kalkışmaması, nebi kavramında ise
uygulamalardaki eksiklik ve küçük hatalar dolayısıyla eleştiriler ve uyarılar
vardır. Bu iki şey ayırt edilmediği sürece konu yeterince anlaşılamaz.
Konuya ayetlerden örnekler vererek başlanırsa
anlaşılması daha kolay olur. Mesela;
KAF/45 te "Biz onların neler
söylediklerini çok iyi biliyoruz. Sen onların üstüne bir zorba değilsin. O
halde, benim tehdidimden korkanlara sadece Kur'an'la öğüt ver."
YÛNUS /109 da "Sana vahyedilene uy ve Allah hüküm
verinceye kadar sabret. O, hâkimlerin en hayırlısıdır."
Araf Suresi 3. (Ey insanlar), Rabbinizden size
indirilene uyun ve O`ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt
alıyorsunuz!
Tahrîm Suresi, 2. Ey peygamber! Eşlerinin rızasını
arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi, niçin sen kendine haram ediyorsun?
Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Bu mealde onlarca ayet varken, buna karşın tersi bir
algılamayı gerektiren onlarca ayetten söz etmek mümkündür. Mesela;
ahzap 36 da “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm
verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri
konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı
gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır”.
Nisa 4/80 de “Bu Resul’e (Elçi’ye) kim itaat ederse Allah'a itaat etmiş
olur”
Görüldüğü gibi, bazı ayetler resul’e (elçiye) uyun
derken bir kısmında Allahtan başka veli edinmeyin, ondan başka kimseye tabi
olmayın demektedir. O halde insanlar peygambere tabi olacaklar mı, olmayacaklar
mı?
Konuyu anlayabilmek için önce peygamber kelimesinin
akıbetini sorgulamak gerek. Kuran’ın hiçbir yerinde kullanılmamasına rağmen,
dilimize Farsçadan geçen peygamber; bir birinden ayrı anlamlar içeren nebi ve
resul ün ortak anlamı olarak kullanılmaktadır. Sorunun kaynağı bu kelimeye
yüklenen anlamla ilgilidir. Bu anlaşılmadan
konudaki çelişkinin giderilmesi
mümkün değildir.
Kuran’, Resul’e
(elçiye) tabi olmayı emrederken, nebiye itaatten söz etmediği gibi nebiye onlarca uyarı söz konusudur. Ayrı anlamları olan bu
kelimeleri bir kelimeyle yani peygamber
anlamı verilirse, Peygambere hem itaat, hem de itaat etmemek gibi çelişkili bir
durum ortaya çıkar. Gelenek bu çelişkiyi görmezden gelerek resul ve nebi’nin anlamını kitap verilen ve
verilmeyen peygamberler olarak tanımladığından anlam karmaşası sürüp gelmiştir.
Bu farklılığı ifade eden alimlerde genellikle görmezden gelinmiştir.
Mesela, gelenekte dört ilahi kitabın indiği kabul
edilir. Bunlar Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an’dır. Nebîmize dayandırılan bir
rivayette Âdem’e 10 suhuf, Şît’e 50 suhuf, İdris’e 30 suhuf ve İbrahim
aleyhisselama 10 suhuf olmak üzere 100 suhufun indiği de iddia edilir. Böylece
toplam sekiz nebiye kitap verilmiş olur.
Hâlbuki konuyla ilgili ayetler, bütün nebilere kitap ve
hüküm verildiğini açıkça bildirmektedir. Bakara 2/213 .
Bu meseleye ön yargısız sade Kuran acısından
baktığımızda genel kanaatin yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Durum böyle olunca
bizler ; Ya Allah’ın Kuran’da sözünü ettiği Allah resulünün izinden gideceğiz, yada bir kısım ulemanın
yarattığı peygamber algısının izinden!
Bunlar bir birinden çok ayrı iki faktördür. Önce bunu ayırt etmek
gerekir. Bunu ayırt etmek içinde önce Kuranda Resul ve Nebi Kavramlarına
bakışın ne olduğuna bakalım.
Nebîlik makamdır. Nebî, insanlığa Allah’ın kitabını
getiren, tebliğ eden ve uygulayan kişidir.“ manası; Allah tarafından değeri
yükseltilmiş kişi” anlamına gelir. İnsan kendi isteği ile nebi olmaz. Yüce Rab
bu makama getirdiklerine Kitap ve hikmet verdiğini ifade eder. Tabii burada
geçen kitap ve hikmet de ümmet arasında farklı yorumlarla anlaşılmaya
çalışılmıştır. “Onlar, kendilerine kitap, hüküm ve nebîlik verdiğimiz
kimselerdir.” (En’âm 6/89)
Nebînin değerli hale getiren ona vahiy edilmesinden
dolayıdır. Allah Teâlâ, bu yüce makama getirdiği kişiler dışında hiç kimseye
nebî dememiştir. İnsan için kendi
canlarından daha değerli olan nebi, aynı zamanda da bir insandır. Bunu
özellikle söyleyen ayette; “De ki "Ben de tıpkı sizin gibi insanım. Bana
ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunmaktadır...”. (Kehf 18/110). Nebi Kuran’ı uygulamada, ondan
hüküm çıkarmada hata ve eksik yapabilir. Bu durumlarda Allah’ın ikazına muhatap
olurlar.
Resul’lük görevdir. Resul yani Elçi, kendinden bir şey
katmadan birinin sözünü diğerine ulaştırmakla görevli kişidir. Bir nevi bir ülkenin başka bir ülkedeki
elçisi gibi. Kendi ülkesinde oluşturulan görüşleri bulunduğu ülkenin ilgili
makamlarına aynen ulaştıran kişi gibi. Nasıl bir elçi ülkesinin belirlediği
politikalara bir şey ilave edemez ise, resulde
Allah tan gelen vahye her hangi bir şey ilave yada eksiltme yapamaz.
Elçilikte asla hata olmaz. Muhataplarına iletir. Konuyla alakalı örnek ayet
verilmesi gerekirse;
" Elçilere(Resullere); her şeyi ortaya koyan
tebliğden başka ne düşer?" (Nahl 16/35)… Başka bir ayetde; “(Muhammed,)
Bize karşı bir takım sözler uydursaydı, onu kıskıvrak yakalar, şah damarını
koparırdık. İçinizden hiç biri de bunun önüne geçemezdi.”(Hâkka 69/44–47).
Resule itaat vardır. Çünkü yukardaki ayetten de anlaşılacağı üzere, resul;
sadece Allah tan aldığını tebliğ ettiği için, resulün bütün sözleri Allah’ın vahyidir. Yani Kuran’da geçen
ayetlerdir. Dolayısı ile resule itaat, Allaha itaat anlamına gelmektedir. Zira
kendinden kattığı her hangi bir şey yoktur. Bununla ilgili onlarca ayet mevcuttur.
Burada önemli
olan Nebi ve resul kavramlarını karıştırmamak gerekir. Resul sadece vahiy
geldiği ve tebliği süresiyle görevi sınırlı iken, nebi 24 saat görev ve
sorumluluk içindedir. Kuran’da
nebiye itaat, şartı yoktur. Niye; nebi
insandır, gelen vahyi işlemek hüküm çıkarmak zorundadır. Bunu yaparken yanlış
yapabilir, yanılgıya düşebilir. Ayrıca, günlük ihtiyaçları vardır, aile reisi,
devlet başkanı, insanlara arkadaş, sosyal ilişkiler içinde istekleri sevdikleri
ya da sevmedikleri olabilir. Onun şahsına münhasır sevdiği her şeyi, yada
sevmediklerini herkes tarafından sevilip, sevilmemesini dinin bir esası saymak
zulüm olur. Misal, Peygamberin kabağı sevdiği rivayeti vardır. Bu dinin bir
esası olsa! Kabağı sevmeyenlerin hali ne olur? . sahabeden zeyd, Kuran’da
belirtildiği üzere eşinden ayrılma
konusunda Nebiyi dinlememiş eşinden ayrılmıştır. Enfal 5,6 da nebi ile
tartışan ashab (mücahitler), 58/1 de nebi ile tartışan kadın ve 33/37 Bunun
için Kuran onları telin etmemiştir. Kısaca; . Her resul aynı zamanda nebîdir
ama her nebî resul olmayabilir. Çünkü resul kelam ilmine göre yeni şeriat veya
Kitap getiren peygamberdir. Ama nebi, daha çok kendinden önceki resulün izinde
giden, ama eski şeriata yeni bir açılım getirendir.
KURAN BİZE YETER Mİ, O’NU YETERİNCE ANALAYBİLİRMİYİZ?
KURAN’IN ANLAŞILMASI KONUSUNDA KURAN NE DİYOR? BU KONUDA İNSANLARDA OLUŞAN KANAATLER NELERDİR?
Kuran anlaşılır mı? Sorusuna anlaşılmaz, Kuran yeter
mi? Sorusuna da yetmez demek Allah’a itirazda bulunup yalan çıkartmaktan başka
bir şey değildir. Zira Allah, “Bu kitap;
hidayettir, ışıktır, dosdoğru yoldur, kılavuzdur acık ve açıklayıcıdır. Bu
kadar detaya rağmen size yetmedi mi?” Demektedir! Bu ifadelerin hiç birisi
tevil götürecek fulü sözler değildir. Dinde Kuran asıldır. Öğrenmeye öncelikle
doğru bir mealleri okuyarak başlamak şarttır. Bunun en önemli faydası Dinin
sahibinin Allah, hükmün de yalnız Allaha
ait olduğunu, din gününde Allah ın danıştığı, akıl aldığı, fikrini sorduğu,
yetki verdiği, ortakları olmadığını o günün tek sahibinin Allah olduğunu
öğrenir. İnsandan kutsallar edinilmeyeceğini, İslam’ın bir ahlak dini olduğunu,
ahlaklı olmadan islam olunmayacağını fark eder. Kısaca bir mümine lazım olacak
her türlü bilgi ile donanabileceği için
şirke düşmekten kurtulur. Kendisine lazım olan esas bilgiyi kitabından öğrenen
bir insan, uygulamada da resul gibi bir örneği takip ettiği sürece Allah ın
izni ile kurtuluşa ermiş demektir.
İslam coğrafyasında Kuran’ın anlaşılması, yeterli
olup olmadığı hususu ile tefsir ve meal konusunda da insanımız arasında farklı
anlayışlar mevcuttur. Bunları ve anlayışlarını kısaca irdelersek;
GELENEKSEL RİVAYET ODAKLI ANLAYIŞ; “Kuran’ı biz asla
anlayamayız!. Onu yalnız peygamber açıklamıştır!. O açıklamalarda bize
hadis adı ile ulaşmıştır” demektedirler. Bu anlayış içinde olanların birçoğunun
din algısı, uydurma rivayetleri asıl kabul ederek, Allah ve resulüne yapılan iftiraları
ve çelişkileri Kuran’ın anlamı diye Kitaba yedirdiklerini, dine zam
yaptıklarını görüyoruz! Rivayet odaklı
anlayışlar kendi aralarında farklı mezhep, tarikat cemaat ve grupları içinde
barındırır. Bunların Kuran’ı anlama konularında da farklılıkları vardır! Ayetlerin anlamı diye seçtikleri rivayetler
farklı olabildiğinden aynı ayette farklı anlamlar yüklendiği bariz bir şekilde
görmek mümkündür! Kanaatimce geleneksel anlayışta eksik olan tahkik ve sorgulama! Büyük alim
olarak nitelendirilen kişilere eksiklik ve hata yakıştırılmamasıdır!
KURAN’I MERKEZE ALIP, KURANIN ONAY VERDİĞİ SAHİH
SÜNNETİ SAHİPLENEN ANLAYIŞ: Kuran’ın Yeteri kadar detaylı, açık ve açıklayıcı,
olduğunu zaten kendisi söylüyor. Peygamberin Kuran’ı tebyin görevi yani
açıklaması demek, anlaşılmayan ifadeleri anlaşılır hale getirmek, tercüme
anlamında bir açıklama değildir. Allah tan aldığını değiştirmeden ümmetine
açıklamasıdır. Üstelik Allah kitabı için; “ Acık ve açıklayıcı gönderiyorum ki,
bunu size başkası açıklayıp da üzerinize tahakküm kurmasın”. Demesine rağmen,
Kuran’ı anlaşılmaz ilan etmek, iyi niyet değildir.! Zira peygamber açıkladı
diye sunumu yapılan rivayetlerin bir kısmı Kuran ifadelerine uygun olsa bile,
bunların detayının birçoğuna yalan hurafe hatta içi şirk dolu sözler yama
edilmiştir!. Bunlar hem Allah’a hem de resule iftiradır” demektedirler.
Böyle olmakla
birlikte, Allah resulünü yukarda sözü edilen çirkinliğin gölgesine
mahkum etmenin de son derece düşmanca olduğunu
ifade edilerek, Kuran; Resulullah
için, “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” der (Kalem, 4) bir diğer ayette “
Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya suresi, 107 belirterek
adeta O nun yaşayan bir Kuran olduğunu,
Allah resulü ile Kuran’ın bir birinde ayrılmasının mümkün olmadığını
ifade ederler. Yani peygamber siz bir Kuran anlayışın doğru sonuçlar
vermeyeceği kanaati hakimdir.
VAHİY ODAKLI ANLAYIŞLAR; Bu anlayışa sahip olanlarda kendi aralarında
çok farklı görüşlere sahiptirler. Ortak
anlayışları Nebevi sünneti peygamber
örnekliğini yok sayanlar!!! Hadislerin tamamını ret ederler. Rivayet geleneğinin makul olmayan
dengesizliğine tepki olarak çıkan Kuraniyun adı ile anılan bu gruplar aslında
modern hurafe ekolü yani Reşad Halife’nin temsil ettiği bir yapının dışında
farklı farklı anlayışlar türemiştir! Reşat halifeciler, tövbe suresi son iki
ayetini yok sayan, bazı ibadetlerde de ıskonto yapan ekoldür..
Bunlarda Kuran’ın yeterince açık ve anlaşılır
olduğunu en ileri derecede savundukları halde aynı ayeti anlama konusunda bile
kendi aralarında görüş birliği içinde değildirler! Peygamber vazifesini yapmış
gitmiştir diyerek sahih hadis ve sünneti kabul etmeyenlerdir. Tabii bir görüşü,
genelleme ifadelerle anlatmak elbette mümkün olmayabilir. Zira Fikir ve anlayış
benzerliği içinde olan her insanın her konuda aynı kabulleri olduğunu söylemek
elbette güçtür. Hiçbir anlayışta homojen bir yapı yoktur. Kendi içlerinde
farklılıklar vardır.
Görüleceği gibi bu konuda da ümmet arasında
farklılıklar mevcuttur. O halde Kuranı
anlamamız için önümüzde hangi engeller var? Bunlara bakmak gerek!.
KURAN’I PEYGAMBER VE SAHABESİ İYİ ANLADI DA, BİZ
NEDEN ANLAYAMIYORUZ? EKSİĞİMİZ NEDİR?
Kuran, Hz Muhammed’e, O’nun lisanı olan Arap dili üzere idi. Resul,
coğrafyanın, o toplumun ve o kültürün bir ferdi idi. Yine o toplumda İbrahim’in
dininden yaşanarak gelen bozulmamış parçacıklar vardı. Bundan başka hangi ayetin
hangi olay üzerine, kimin bir hareketine, hangi sorunların çözümüne yönelik
indiğini en iyi bilen O ve arkadaşları idi. Hatta müşriklerin bile acaba bundan
sonra gelecek ayet ne diyeceği onların da merak konusu idi.! Dolayısıyla
Kuran’ın ne dediğini dışardan gelen İranlı Selman Farisi bile biliyor ve
anlıyordu. Kuran, sözlerini kabul etmeyen ya da ağır bulanlara karşı “Kuran bu kadar acık iken hala anlayamadınız
mı? Size bu kadar öğüt yetmedi ?..! Kıyamette bu kitaptan sorgulanacaksınız! Ne
kadar az düşünüyorsunuz?” Gibi tekrar tekrar sitem ve tehdit içerikli uyarılar
tekrarlanıyordu. Bu kadar açık ve anlaşılır bir metni Kuran’ı, indiği toplum, müşrikler dahil
anlıyordu da, biz niye onlar gibi anlayamıyoruz? Sorusunu soranlar, anlaşılmaz diyenlere
itirazlar elbette haklıdır. Burada unutulmaması gereken bir husus var. O da
Kuran’ın anlaşılır olması yaşayan bir topluma, hayatın içine inmesindendir. O
toplumun varoşunda yaşayan birisi kadar Kuran’ı anlayabilmemiz
içinde o toplum değerlerinin çoğuna ulaşmamız gerekir!
ELİMİZDEKİ VERİLERLE ANLAMA KAPASİTEMİZE BAKACAK
OLURSAK; Kuran 23 yıllık bir sürede bir birinden bağımsız olaylar ve konular
üzerine, bin dörtsüz kusur yıl önce inmiş bir kitaptır. Kuranı anlama konusunda
eksik olan o dönemle aramızda bir sürü doneler mevcuttur. Bunlar; cahiliye aklının
nasıl işlediğini, kültürü ve imanını, o dönemdeki Yahudi Hristiyan ve sabi
ilerin inançlarını ve kültürlerini, o dönemin Arap dili felsefesini
inceliklerinin ne olduğunu bilmiyoruz! Bunlarla birlikte yüce kitabımızda, bir
roman gibi giriş gelişme sonuç bölümünden oluşan konu bütünlüğü de yoktur. Sure
ve ayetlerin Kuran’a dizilişi nüzul sırasına göre değil serpiştirilmiştir.
Ayrıca ayetlerin nüzulü ile ilgili doğru bilgiler elimizde olsa da bunlar
yeterli değil. Bu alanda yalan rivayetlerde üretilmiştir! Bunların ayırt
edilmesi gerekir!. Bugünkü Arap lisanı bire bir Kuran’ın indiği dönemle aynı
değildir. Her lisan gibi bir sürü değişikliklere uğramıştır. O dönemki toplum
kültürü, İbrahim’i dinden kalan hakikatlerin tamamının ne olduğu ile ilgili
yeterli bilgilere herkesin vakıf olması öğrenmesi pek mümkün değildir! Detaylı
anlamaya herkesin ne zamanı ne imkanı nede kapasitesi yetebilir!. Kuran
sahabeye yetti ama, biz bu boşlukları doldurmadığımız sürece bize yetmeyebilir!
Kur'an'ın mübiyn olması, onda her şeyin en ince
detayına kadar açıklandığı anlamına da gelmemektedir!. Nedeni, Kuran ın indiği
toplum, din adına hiçbir şey bilmeyen bir topluluk değildi. İslam Hz Âdemden
beri insanlığa seslenen, ilkelerini ortaya koyan bir dindir. Dolayısıyla Hz.
Muhammed'e verilen mesajlar daha önceki resuller vasıtası ile gönderilmiş
mesajların bir benzeridir. Onlardaki bozulmamışları tasdik eder. Eksiklikleri
giderme, bozulmuşluğu da tamamen kaldırması işlevi vardır.
Yukarda Kuran’ı doğru anlamak için indiği toplumun tüm
sosyolojisini dikkate almak gerek dedik. Misal o coğrafyada yaşayan kadın erkek
sıcaktan dolayı hepsi başını örtmekte idi. Bilindiği üzere günümüzde başörtü
ayeti diye bilinen Nur suresi 31 ayette her ne kadar başörtüsü var dense de,
meallerdeki başörtüsü yorumdur. Aslı olan örtülerini yakalarında açık kalan
yerlerin örtülmesi yönünde emir vardır. Pekiyi neden başın bütününün
örtülmesine değinmemiştir. Nedeni gayet açık. Zira zaten o toplumda bütün
kadınların başı örtülüdür. Örtülü baş için tekrar kadınlar başını örtsün demeye
ihtiyaç duyulmamıştır. Bir eksiğe vurgu yapılmıştır. Bir başka örnek aile içindeki geçimsizlikle
ilgili detay ayette darp geçer. Bu sözcük günümüzde dövmekle bire bir
kullanılır. Oysa Allah resulü hayatı boyunca boşanma derecesine gelmiş olmasına
rağmen hanımlarından birine en ufak bir fiske vurmamıştır. Gerçekten bu kelime
bizim anladığımız gibi ise, haşa Allah
resulü Kuran’a uymamış olur ki, Bu anlayışta resule iftiradır. Bu örneklerde de olduğu gibi düz bir meal
okuma ile Kuran’dan hüküm çıkarmak doğru değildir.
Yukarda sözü edilen verilerin her mümin içi elde
edilmesinin mümkün olmaması, tabi kî
Kuranı anlaşılmaz olduğu anlamına gelmemektedir.
Cahiliye Arap
toplumu ile ilgili konuların tamamında Kuran’da detaylı bilgi olmasa da kitap
geneli itibarı ile bazı konularda detay
mevcuttur. O dönemlere ait kitaplar ve o günlerde kullanılan kelime anlamlarını
içeren sözlüklerde mevcuttur. Bu kaynakların ışığında güçlü bir Arapçası
olanlar, Kuran üzerinde uzun yıllar
çalışıp emek verenler, Kuran’ın kendi kendini açıklayıcı yönünü kullanarak,
(anlaşılmayan bir ifadenin başka bir konu içinde açıklanmasına bakarak) bir
konu ile ilgili bütün ayetleri bir araya getirip ortak bir okuma yaparak,
Kuran’ı bütüncül mantığından parçaların ne dediğine bakarak. Buna ilaveten
Kuran mantığına ters olmayan çelişkili bir durum arz etmeyen yaşayarak günümüze
kadar gelen nebevi uygulamadan da faydalanarak Kuranı anlayabilmek mümkündür.
Nitekim günümüzde yukarda sayılan kaynaklara ulaşarak Kuran’ı yeterince
anlayanlarında azımsanamayacak kadar çok olduğunu kabul etmemiz gerek.
Meselenin esası, meal okuyan herkes Kuran’ı ben
anladım ondan hüküm çıkarabilirim dememeli! Kendisini Kuran alimi sanmamalı. Bu
o kadar kolay değil. Bayağı bir emek isteyen konu. Ama dini öğrenmeye kalkan
herkesin şirk batağına düşmemesi için, ilk okuması gereken kitap güzel
hazırlanmış bir meal olmalı. Okumaları ile Nebi örnekliğini birleştirdiği
zaman, yani Bakara 143 de söylendiği gibi aşırılığa gitmeden inançta dengeye
dikkat etmesi halinde sanırım ortada sorun kalmayacaktır.
Ama dini öğrenmek şirk batağına düşmemek içinde
Kuran’ın anlamını anlamaya yönelik bir emek şarttır.
SON CÜMLE; Kuran’ı peygamber açıklamıştır. Ondan
başka kimse açıklayamaz diyenlerin Allah’ın kulu ve elçisi olan
peygamberi, nur-u Muhammedi doktrini ile
yücelterek, Allah resulünü hayattan dışlayarak, hurafe ve yalan batağına
düştüklerini görüp onlardan efsunlanmamak gerek!.
Ben dinimi Kurandan öğrenirim. Peygamber vazifesini
yapıp gitmiştir! Diyerek( Tayipte Yahudilerin Musa'yı yalnız bıraktığı gibi)
vahiy onay verildiği halde ondan gelen tüm müktesebatı çöpe atanların
düştükleri durumu da gözden kaçırmamak gerek!
Ne gibi denirse, Eline aldığı sözlük ve lügat ile yola çıkarak ayetlere
kelime üzerinden kafasına göre
anlamlandıranların birçoğunun,
aynı ayete farklı anlamlar yüklediğini, bu anlamlar çerçevesinde namaz ve bazı
ibadetleri şirk görme hadsizliğine
düştüklerini nasıl yok sayabiliriz!.? Kısaca nefislere hoş gelen yorumların
etkisinde de kalınmaması! Zira iman din
adına her söz söyleyene emanet edilecek bir husus değildir. Kanaatimce en makulü haddi aşmadan vahiy ve Resul
örnekliğinde orta yolda kalmaya bakmak.
Elbette tek doğruyu söyleyen yalnız Allah’tır.
KURAN’I ANLAŞILMAZ İLAN EDEREK, ONU ANCAK PEYGAMBER
AÇIKLAR SÖZÜ ALLAH’A İFTİRADIR!
Allah resulünü KURAN’a muhalif sözler söyleme konumuna
getirenler, bu rivayetleri çoğaltıp yayarak bir konum elde edenler bilerek veya
bilmeyerek baştan beri Müslümanları bir birine düşürmüş, Kuran’a
iman ettik diyenlerin farkında olmadan, Kuran karşıtı söylemler üretmesine sebep
olmuştur. Üretilen en büyük iftira ve
yalanlardan birisi, Allah ın anlaşılır dediği kitabı anlaşılmaz ilan
etmişlerdir. Daha sonra lafzını bozamadıkları kitaba uydurma anlam ve
tevillerle bu kitabı ancak peygamber açıklar mantığını ileri sürerek bu yalanlarını
uydurma rivayetlerle beslemişlerdir… İşte bunların en başta gelenlerinden bir
örnek;
" Sizden biriniz süslü koltuğuna yaslanmış adama,
benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle
sizler arasında Allahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan
bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de
haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum
Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı
şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.` (Ebu Davud, Süne, 6 hd: 4604;
Tirmizi İlim, 10 hd: 2664; İbn Mace Mukaddime, 2 Ahmed, Müsned, 1/6 IV,21;
Tahavi, Şerhu mánia, IV 209; İbn Hibbam, I, 107 Darekutni, Sünen IV, 287)"
Kuran’a uyup uymadığına bakılmadan, metin tenkidi ve
araştırması yapılmadan adı sahih olan kitaplara doldurulan bu tür yalan
rivayetler arasında yukardaki iftiranın farklı versiyonları vardır.
Sonuç olarak bu
yalanların söylediği şudur; Nisa 113, Bakara 151 ve daha bir çok yerde yüce
Rab’ın Allah resulüne kitap dışında hikmeti ve bilmediği şeyleri öğrettiğini
ifade ederken, bunlarla neyin kast edildiği de ayetlerin önünde, devamında Kuran
bütünlüğü içinde anlatılmış olmasına rağmen, bu zihniyet ilgili ayetlere anlam
kaydırması yaparak, buradaki Hikmet'ten kastın da; Kur’an’dan bağımsız gayri
metlüv olarak inen ayrı bir vahiy olduğu, bunun da sünnet ve hadis olduğunu
dini yeni öğrenen nesillerin beyinlerine yerleştirmişlerdir. Daha Sonra bu
isabetsiz yorumu açık kapı olarak görenler Kuran’a söyletemedikleri yalanı,
iftirayı, rüşveti, her türlü namussuzluğu, uydurdukları rivayetlerle peygambere
söylettirmişlerdir
Bu yalanların içinde inananlara Kuran’ın islamın
anlaşılması ve yaşanmasına yetmeyeceği, Kuran’ yeter diyenlerin de gelecekte
hadis ve sünneti red edeceklerinin işaret edildiğini yine uydurdukları hadis
yoluyla müminlerin itibar ettikleri kaynaklara sokuşturmuşlardır. İşin garibi
bu hadisi peygamberimiz Hayber dönüşü koltuğa oturarak naklettiği tabakat
kitaplarında yer alırken, hadisi nakledenin birisi Hayber fethine hiç
katılmadığı, diğer nakilci Miktan bin ise Hayber in fethi sırasında çok küçük
bir çocuk olduğu yine ilk kaynaklarda yer almaktadır. Bu çelişkiyi herkesin
araştırıp bulması elbette mümkün olmamakla birlikte bu yalanı bilerek satanlar
ve o sahtekarlardan din satın alanların vay haline! Din her satıcıdan alınacak
bir mal değildir! Araştırma kültürünü yok edenler, batılı tenkit edenlere
yapılan düşmanlıklar, kendi doğrusunu başkalarına dikte ettirenler yüzünden
geldiğimiz nokta; Müslümanların bugünkü zelil hali! Bölünme, birbiri ile kavga,
tefrika, dalavere üç kağıt her türlü namertlik ve sahtekarlık.! Netice; Açlık
sefalet ve kan……..Böyle bir Allah dini
düşünebiliyor musunuz?..!
KURANI SİZ ANLAYAMAZSINIZ DİYENLERİN, DÜŞÜNCE ARKA PLANI
Kuranın anlamını
okuyup anlamaya çalışıyoruz. Birileri bize Kuran anlaşılmaz, hele siz
hiç anlayamazsınız diyorlar. Güvendiğimiz Allah, bize niye anlaşılmaz bir kitap gönderdi acaba!, Allah söylemek istediği şeyleri, peygamberler
harici birilerine söyleyerek mi bize ulaştırıyor! Diye düşünmeden edemiyoruz!... Bilmediğimiz soruların cevabı ve yüce
dinimizi kimden öğrenmemiz gerektiğini
Kuran anlaşılmaz diyenlere soruyoruz!. Onlarcası bizden diyor! Onlardan birine itibar ediyoruz. Fakat
toplumda herkes aynı yere gitmiyor. Farklı yerlerden din öğreniyor. Farklı yerler, farklı kişiler ve onların
kaynağında öğrendiklerimizin bir çoğu
bir birini tutmuyor. Hatta itikatta farklılaşma başlıyor! Bu sefer
seninki doğru, benimki doğru tartışmasına, daha sonra da kavgasına giriyoruz.
İyi de, bize öğretilenlerin hangisi doğru? Herkes, her grup dini esas
kaynağından öğrense bu kavga olur mu!..?
Evet dostlar.
Kuran anlaşılmaz ilan edilmeli ki, birileri dinden para kazansın!.. Mevki makam, hanlar ve saraylar yaptırsın.
Herkes kendine göre bir din öğretsin ki,
köleleştirdikleri insanlar başka bir tarafa kaçmasın! Allah rızası istismarı ile insanlar kaynaklarını buralara aktarsın!
Din asıl
kaynağından öğrenilmiş olsa idi, aradaki din satıcılarına ihtiyaç olur
muydu! Hakikat her zaman tek iken
parçalanıp binlerle ifade edilir miydi!? Diye düşünmeden edemiyor insan!
“Kuran anlaşılmaz, Kuran’ı herkes anlamaz” iddiasını
ileri süren bütün anlayış ve yapılanmalar incelendiğinde, farklılıklarla
birlikte birçok yönden benzerliklerinin olduklarını görüyoruz!. Çünkü
beslendikleri kaynaklarda ve din öğreti metotlarında da büyük bir oranda
benzerlikler mevcuttur. Uydurma
rivayetlere aşırı bağımlılık, aklı devre dışı bırakma, tekfircilik, eski İslam
alimi tapıcılığı, üstün bilgi ve akıl sahibi olarak kabul edilen birisine
teslim olma, hakikati arama ve
araştırmak yerine, algı üzerinden öğrenip saldırmaya meyil, İslam’ın en temel
önceliklerinden olması gereken ahlak anlayışını hayatının dışına itmek, özden
ziyade, şekil üzerinden dini anlama ve algılama.
Söz konusu gruplardaki liderlik, her grupta farklı isimlerle telaffuz
edilirler. üstat, asrın imamı, kutpul
aktap, gavs, mehdi, ehlibeyt imamı, vs.
!.. Bu inancın temeli de aslı olmayan “ Her yüzyılda bir din yenileyicisinin
geleceği”(1) ile ilgili bir rivayete dayandırılır!
Liderliğe yönelik öyle gizemli şeyler üretilmektedir ki;
kendini orada hissedenlerin ayağı yerden kesilir. Liderin mertebesi bazen peygamberlerden bile
üstündür. Söz konusu liderin yüzü suyu hürmetine bütün gruba dahil olanlara
cennetin vaad edildiği, böylesi bir yere bağlanmanın Allah ın bir lütfu, kereminden, kişinin
de nasip’li olunmasından dem vurulur.! Nasipsiz olan farklı inanç ve düşüncede
olanlar ise; sapık, bazen kafir
konumundadırlar! Oralara en ufak bir
meyil içinde olanların parçası bile bulunmaz!..
Bir çok grup ve
fertlerinin iddiası bu!.
Kuran’dan kopuk farklı din ve kültürle etkisiyle oluşan
bu merdiven altı çakma anlayışlar, kendilerini,
İslam’da olmayan takkiye anlayışı
ile gizlediklerinden, dışardan biri bunların iç dünyasını anlaması mümkün
değildir. Aslı olmayan batıni gizli bilgilerini başkalarının anlayamayacağını
düşündüklerinden grup dışında kimseyle paylaşmazlar. Böylesi telkinler ile yetişenlerin kariyeri,
tahsilleri ne olursa olsun, bu sihirli
ve afsunlu ortamın cazibesine kapıldıklarından asla kurtulamazlar! Velev ki bunlar isterlerse İlahiyat
okusunlar.!.. Şahsiyeti, düşünme ve akıl
etme yetisi elinden alınan bu bireyler artık bulundukları grubun kurşun
askeridir. Her an lideri ve imanı için bir yeri patlatabilir. Patlayabilirler.
Bulundukları grubun dini argümanlarını korumak ve kollamak adına her türlü gayrimeşruluğun mubah olduğu bir inanç !..
Üstelik göze
alınan gayrimeşrulukları din adınadır!
Bunun örneklerini her dönemde görmek mümkündür. Aleyhinde bulunacakları
birini şahsen tanımalarına da gerek yoktur. Liderleri (X) kişisi ile ilgili olumsuz bir şey
söylüyorsa, bu mutlak doğrudur. O
insanın kişiliği, ailesi, namusu ve malı
artık tehlike altındadır.!
Oysa İslam;
insanı ve şahsiyetini önceler. Onun inancına bakmaz kişiliğini garanti
eder. Dinin tek kaynağının Kuran ve onun hayata uygulama şeklini de Allah resulü örnekliği ile yaşanacağını
gerçeğidir.
Kuran’ın maksat ve amacına bakmadan rivayetler üzerinden
üretilen, hakikati tahrif eden bu dini anlayışları, Bütün mezheplerde,
tarikatlarda ve cemaatlerde görmek mümkündür. Bunun temelleri maalesef ki
tertemiz gördüğümüz mazide ikinci ve üçüncü yüzyılda atılmış, bu güne kadar
ilavelerle katmerleşerek günümüze kadar gelmiş ve şu an, tüm vahşeti ile İslam
dünyası bunun acısını çekmektedir. Bu anlayış yüzünden insanımız dinden
soğuyor, ilimden medeniyetten uzak kalıyor, insanlığa en ufak bir katma değer
üretemiyor!
Din adına
yaşanan bu rezaleti, gayri ciddiliği, çelişkili söylem ve davranışlara şahit
olup bunları doğru bulmayan birçok insan, böyle din mi olur? Deyip dinden
soğuyor ve dine mesafeli davranıyorlar. Dindarlık kisvesine bürünmüş insanların
acımasız tenkitlerine karşı bazen din düşmanına bile dönüşebiliyorlar!. Deist
yada Ateist olabiliyorlar! Bu kayıp nesillerin sorumluluğunu da halen yüklenen
kimse yok!
Oysa İslam; Herkese yalnız dosdoğru olmayı emreder.
Kuran üzerinden insanla ilgili örnekler verir. Hatta bunu peygamberler
üzerinden insanın yanılabileceğini, aldanabileceğini anlatır. Bırakın kötülük
üretmeyi akıldan geçen yanlış düşüncelere karşı bile insanı uyarır. İnsanı ve
şahsiyetini önceler. Onun dini inancına bakmaz kişiliğini, malını canını
garanti eder. İslam tam bir ahlak dinidir. Gel gör ki, ahlakın bugünkü anlamı
hakiki anlamını yitirdiğinden, herkesin kendi bağnazlığını koruması için
yapacağı her türlü saldırının, çirkinliğin, iftiranın, kan içmenin İslam dışı
ahlaksızlıkların adı olmuştur.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1)“Allah her
yüzyılın başında dini yenileyecek bir kişiyi bu ümmete gönderecektir.” Bu hadis
Ebu Davud'un Süneninde [Melahim / 1] bölümünde yer alır. Hadisin peygambere
isnadı sahte olduğu gibi, daha başka sahtekârlıklar da içermektedir. Şöyle ki
hadisi nakledenler İmam Şafii'nin talebe ve bağlılarıdır. 'Kureyş’in âlimi
/Şafii yeryüzünü adaletle dolduracaktır' hadisini uyduranlar da bu ekiptir. Bu
yüzden olsa gerek mücedditler (!) hep Şafiilerden çıkmıştır.
...Öncelikle bu hadisin senet yönünden arızalı olması
bir yana, bu FİTEN ve MELAHİM hadislerinin hepsi baştan problemlidir. Güya
Peygamberimiz ileride çıkacak fitneleri (FİTEN) ve kanlı hadiseleri (MELAHİM), Müslümanların
birbirlerinin boynunu vuracağına dair ihbarat-ı gaybiyye (geleceği haber
vermesi) türünden tüm hadisler uydurmadır. Peygamber asla geleceği bilemez. Bu
hadisler şu amaçla uydurulmuştur. Pek çok cinayetler işleyen Müslümanlar işi
kadere havale etmek ve de bunu da zaten Peygamber haber vermişti demek! Bu
gelecekten haber verme (Fiten ve Melahim
Edebiyatı) Hristiyan ve Yahudilikteki apokaliptik kültürün bize uzanmış
halidir.
ALLAHIN GÖNDERDİĞİ DİN BİZE NİYE YETMEDİ!
Allah’ın gönderdiği din aslında insanlığa yetmişti. Hz. Peygambere
inen vahiy, o vahşi toplumu kuzuya döndürmüş, İnsanlığın zirvesini yaşatmış ve
güzel bir örneklik teşkil etmiş, onlara yetmişti! O örneklik bize yetmedi! Allah resulü
sonraları eski alışkanlıkların hortlamasıyla bir takım kavgalar başladı.
Kavgalarda herkes kendinin haklılığını ispatlamak için Kuran’ı konuşturmak
istediler. Önce beceremediler. sonra bir yol buldular. Önce
peygamberi kendi adına, sonra da Kuran adına konuşturdular. Farklı kültürler ile İslam düşmanlarının
üretimleri de zamanla devreye
girdi. Allah ın koyduğu hükümlerin
birçoğu laytlaştırıldı! Boşluklar için
yenilenmelere, ilavelere, ihtiyaç duyuldu!. Eğitim imkanlarının çok az olduğu
toplumda dine susamışlığın etkisi ile zehiri
şifa olarak almaya hazır topluma din adına ne verilirse kabul görüldüğü
bir ortam! Okuma yazma kültürünü fazla
olmadığı, sözlü kültürün hakim olduğu bu toplumda din adına konuşulan ne varsa,
doğru ve yanlışlar gerçek anlamda ayırt edilemeden, vahye vurulmadan, metin tenkidi yapılmadan
sadece rivayet edenlerin güvenilirliği üzerinden yazıya dökülmeye başlandı. Bu zan ifade eden bilgiler Kuran’ın yerine almaya
başlamasıyla zaten bir hayli fazla olan farklı sesler daha da arttı!
Özetlemek gerekirse,
Bazı yenilenmelere, ilavelere, ihtiyaç duyuldu. Her bir fiil için hükümler çıkartılmaya, fıkıh kurallarına
ilaveler devam edildi. Rivayette karşılığı olmayan konularda aynı ekolden gelen
alimler ortak karar verdi. Buna da icma dendi! O kadar çok konularda detaylı
görüşler üretildi ki, gerek sosyal hayata yönelik gerekse din adına söylenen
yazılanlar, insana özgür bir alan bırakılmadan hükme bağlandı! Mezheplerdeki
farklı yorumlar, onun sebepleri, Eski
eserlere, Rivayetlere yönelik tenkitler onların tevilleri, karşıtları,
yandaşları derken binlerce kitap yazıldı. Kötü niyet hep iyi niyetin
paralelinde görevini yapmaya devam etti!
Sonuçta bunları okuduğumuzda irfanımızın artacağını
düşünüyorduk. Ne garip ki bu olmadı. Sebebi bunları dinin aslından saydık! Bu
yüzden görüş ayrılıklarımız çoğaldı. Acaba üretilenleri mi anlayamadık?! Geri
dönüp baktık!. Onlara anlamak üzere yenilerini yazdık!. Yine olmadı. Kapsamlı
bir araştırma yaptık. Bunca emek neden doğru sonuç vermiyor! Çok manidar bir o
kadar da acı gerçekle karşılaştık! Ürettiklerimizin çoğu Allah’ın kitabına,
resulün örnekliğine, bir birine, insan tabiatına, ahlaka, sosyal hayata,
doğanın yaşam tarzına tezat, çelişkilerle doluymuş! İşin garibi bu kadar
çelişkinin dinin aslı yerine konması, bunlara karşı çıkanların bir şekilde
susturulması, dinin bir afyon gibi topluma yutturularak sarhoş
edilmesiymiş!
Öyle bir hale getirilmişiz ki; Artık hiç okumuyoruz,
sadece zannımızdakileri takip ediyoruz. Yazımı
üzerinden bir asır geçmiş olan her bir kitap, bir mezar taşı, …. Saymakla bitirilmeyecek
kadar çok şey! Bizim için son derece kutsal olmuş!. Düşünelim bir kere bir sarhoşun çamurda bulduğu bir kağıdı öpmesi yüksek bir yere asması bile
onu bir günde evliya yapabiliyor! O
evliya kutsanıyor mezarı başında günah çıkartılıyor! Böylesi düşünme yetisi
elinden alınmış, İman ettiği kitabına yetim, okuyup test etmediği her bilgiyi cehaletine ilaç diye yutan bilgi
tembeli, öze ihtiyaç duymadan
görüntüye, şeklin peşine düşme öngörüsüzlüğü!!.. İşte bizim son halimiz!
Niye şaşırıyoruz ki, ALLAH ın kitabını yetersiz bulan bir toplumun
geleceği nokta ne ola ki!....?
HANGİ KİTABA İNANIYORUZ!!?
BUNLARIN HANGİSİ DOĞRUDUR? BUNLARIN KİTAPLAŞTIRILMA SÜRECLERİ..!
Kuran’ın bize ulaşmasından yukarda bahsedilmişti.
Kitabın gerçekliği ve eksiksizliği bu kadar ve şüphesiz bir gerçek iken,
üstelik kitapta vahyin Allah tarafından korunacağı vaad edilmesine rağmen,
Sahih “Sayılan” Bazı Rivayetler Kuran’ın itibarını nasıl düşürmeye çalıştığına
bu konuya yönelik ne kadar iftiralar barındırdığına bir bakalım…!
Bakara ve Âl-i İmrân, Felak ve Nâs sûreleri uzunluğunda
sûrelerin unutturulduğu, Ahzab Sûresi’nin önceleri Nur Sûresi kadar olduğu ve
içinde recm âyetinin bulunduğu , Kur’an kitaplaştırılırken Tevbe Sûresi’nden
son iki âyetin yalnız Huzeyme bin
Sabit’in yanında bulunduğu ve kitap/mushaf haline getirilirken Kur’an’dan
bildiklerini bildirenlerden en az iki şahit istendiği halde (es-Sicistani, Age,
12.), Huzeyme’nin şahitliğini Rasulullah bir tarihte iki kişinin şahitliği
yerine saydığı (Zerkeşi, Age. 1/234; el-Hûî, Age, 244, 246) veya Osman/Ömer
kendisine şahitlik yaptığı (es-Sicistani, Age; el-Hûî, Age, 244) için bu iki
âyetin sadece onun haberiyle Kur’an’a alındığı ve Tevbe Sûresi’nin sonuna
yerleştirildiği (es-Sicistani, Age.17
"Ömer bin Hattab Kuran’dan recm ayetinin düştüğünü
söyleyerek şöyle diyor: "Eğer insanlar Ömer, Kuran'a bir şey ekledi
diyecek olmasalardı, ben bizzat kendi elimle recm ayetini yazardım." (bk.
Sahih-i Buhari, Kitabul al-ahkam, Babu’ş Şehadet…)
Ehli-i Sünnet'in önemli kaynaklarından olan Mu'cem-i
Tabaranî'de sahih senetle yer alan bir hadise göre Ömer b. Hattab şöyle dedi:
"Kur'an bir milyon yirmi altı bin harftir." (Ed-Dürr-ül Mensûr
(Suyutî), C.6, s.422, Mecme-üz Zevâid (Heytemî), C.7, s.163, Kenz-ül Ummâl
(MuttakîHindî), c.1, s.517, c.1, s.541)
Oysa bu gün elimizde bulunan Kuran'ın harfleri bu
rakamın üçte birini bile bulmuyor! Hakikat Kuran'ın üç yüz bin küsur harf
olduğudur. Yani onlara göre Kuran’ın üçte ikisi yok olmuş!!!.
Nafî İbn-i Ömer'den nakleder ki: "Hiçbiriniz ben
"Kuran'ın tümünü öğrendim" demesin. Çünkü, ne biliyor Kuran'ın bir
çoğu kaybolup gitmiştir. Sadece desin ki ben Kuran'dan ortada olan kısmını
öğrendim." (bk. El-İtkan (Suyûtî), c.2, s.25)
Ayşe’den şöyle nakledilir: “Gerçekten de Ahzab süresi
Peygamberin zamanında 200 ayet olarak okunurdu. Oysa şu an ondan elimizde bu
olanlar kaldı.” Rağıbın naklettiği ayette 100 olarak gelmiştir. (Muhazırat-ı
Rağıb İsfahani, c.2, s.4 ve 434)
“Taberâni
«el-Kebir»inde İbnu Ömer'den şöyle dediğini rivayet eder: Sahabe'den iki kişi
Resûlullah'tan bir sûre ezberlemişlerdi. Aradan bir süre geçtikten sonra, bir
gece namaz kılarken, bu sûreyi okumak istediler. Fakat sûreyi tam olarak
okuyamadılar. Sabahleyin Resûl'e uğrayıp durumu anlatınca Resûlullah; bu sûre,
neshedilen sûrelerdendir, üzerinde durmayınız buyurdu.
Heytemî Mecme-üz Zevâid, kitabında Ebu Musa Eş'arî'den
şöyle nakletmektedir: "Berâet (Tevbe) suresine benzer bir sure inmişti ki
sonradan kaldırıldı ve ben ondan sadece şu cümleyi ezberledim: "Hiç
şüphesiz Allah, bu dini öyle kavimlerle teyid eder ki (bu dinde hiçbir) payları
yoktur." Gibi!.. Bu tür
ifadelerle bir sürü ayetin, ya unutturulduğu ya
sonradan çıkarıldığı, yada keçi ve tavuğun yemesi sonucu Kuran’a
girmediği zehrini kusan sözler Kur’an’ı
yazboz tahtasına çevirmeye çalışmış, düşmanın karalama, aldatma ve yıpratma
çabalarına bile ihtiyaç bırakmayan saçmalıklarla doldurulmuştur.
Bazı ulema hadis
kitaplarında geçti diye bu yalan sözlere inanmış, yahut "aman hadisi kurtaralım da, ayet
n'olursa olsun" kaygısı ile şu saçma kuralları uydurmuşlar; Bazı ayetlerin
hükmü var, ama ayeti yoktur! Bazısının da ayeti vardır, ama hükmü yoktur. Bazı
ayetler de sünnet/hadis ile iptal edilmiştir. Bazı ayetleri keçiler, yemiştir.!!
Bazıları ise Allah tarafından unutturulmuştur!
Yani yüce rabbimiz, Kur’an’ı indirirken
sanki acele ile yanlışlık yapmış, bir takım şeyleri unutmuş, eksik/fazla
göndermiş ama sonradan düzeltme yoluna gitmiş!!..... Rivayetlerdeki bu ve buna
benzer binlerce yalan sonucu Turan Dursun, ve gibiler!.. günümüzde deizme kayan
gençlerin sebebi olmaya devam etmektedirler!! Bu hakikatler görünmek istenmese
de gelinen nokta budur!
Şimdi de bu sahih adı verilen sözlerin kitaplaşma
sürecine bakıp Kuran ile kıyaslayalım!
Hadis toplayıcıları,
Buhari yada Müslim veya diğerleri, bu kişilerin hiç birisi de Arap değil,
sahabe neslinin kimler olduğunu tanımaları mümkün değil! Bilmedikleri bir
coğrafyaya gelirler hadis toplama işine koyulurlar! Misal Buhari, o bölgede
deve ile elli bin kilometrelik bir alanda hadis toplamaya koyulur. Altıyüzbin veya sekizyüzbin hadisin içinden birini rivayet
eden en son nesli arar bulur! Önce onun dürüstlüğünden, akıl sağlığından emin
olur! Daha sonra o kişinin hiç
görmediği ancak duyumları sayesinde 7-8 nesil geride kalmış ölmüşlerin
dürüstlüğünden de emin olur! Akıl sağlığını ölçer!.. en güvenilir
olanların rivayetlerini toplar. Her bir rivayet
için gusledip iki rekat namaz kılıp istihareye yatar. Rüyasında
peygambere tasdik ettirerek emin olduklarıyla sahihini oluşturur! Bunun en az
600 bin defa tekrarını yapar! Bu metotla
elde ettiği sahih sayısı 7275 tir! (Silsilenin oluşmasını da
örneklendirirsek Her hangi bir hadisi Buhari’ye ilk söyleyen, Abdullah İbni
Zübeyir. Ona söyleyen ölmüş olan Sufyan. Ona aktaran diğer ölmüş olanlardan;
Yahya İbni Said el Ensari. O kimden diğer ölmüş olanlardan yani, İbni İbrahim
et Taimi. Pekiyi o kimden öğrenmiş İbni Vakkastan! Pekiyi o kimden haber
almış! Hadislerin yazımını
yasaklayanların önde gelen ikinci halife Hz. Ömer’in oğlu Ömer İbni Hattab dan!
Ona da Peygamberimiz söylemiş! Böylesi bir nakil zinciri oluşturmuşlar!) Sonuç
olarak tüm sahabeyi doğru sözlü kabul
edilmiş olsa bile, sahabeden sonraki 7-8
neslin en az 6-7 si ölmüş durumdadır! Onların zeka durumunun doğru sözlü olup
olmadıklarının kontrolü zaten imkânsızdır. Dolayısı ile “cerh ve tadil ilmi”
dedikleri uğraşı, en erken bir en fazla
250 yıl önce ölmüş olan mezardakilere uygulanıp sonuç alınması nasıl bir
şey!..? anlaşılır gibi değil!!!
O coğrafyada at üstünde
50 bin km yolculuk yaptığı 600
bin hadis ravileriyle görüşüp onların güvenilirliğini test edeceksiniz, Her bir
rivayet için güvenilir bir silsilenin
oluşturacaksınız, her bir hadis için
gusül abdesti alıp rüyada peygambere bu
hadisin doğru olup olmadığı soracaksınız, onay aldıktan sonra da kaydını
yapacaksınız!!!... Buna harcanan zamanı hesap etseniz, nerden bakarsanız bakın
en az üc-dört yüz yıllık bir ömür gerekir!. Oysa Buhari, bu işi ömrünün üçte
birinde tamamlamıştır! Kısaca hikaye bu!
Dinde asla şüpheye yer yoktur! Her mümin neyin yolundan gideceğini
seçmek durumundadır! Adı gecen kitaplarda
Kuran’a uygun elbette Allah resulüne ait doğru sözler vardır. Bunlardan
faydalanırsınız. Doğru sözler hatırına
bunca yalana eyvallah demek ne oluyor!
UYDURMA RİVAYETLERİN NAMUSUNU KURTARMAK İÇİN
KURAN’A YÖNELİK ŞÜPHELER ÜRETENLER! BUNU
NİÇİN YAPARLAR?
Yukarda da bahsedildiği gibi, Kuran’dan yaklaşık 250 300
yıl sonra, metin tenkidi yapılmadan toplanan ve çok metanetli sorunlar içeren,
Kuran’a ve Allah resulü örnekliğine kişiliğine taban tabana zıt, Allah’a
iftiraların dolu olan rivayetleri Kurtarmak adına, adı Müslüman olanların
ürettikleri söylemler hangi mantığın ürünüdür?..! Adam uydurma rivayetlerin
namusunu kurtarmak için,
“Sahabe tarafından rivayet edilen
hadislere inanmıyorsunuz da, sahabe
tarafından toplanan Kuran’a neden
inanıyorsunuz!..? Diyor ve devam ediyor.
“ Eğer rivayetler yalansa Kuran’da yalandır. Peygamberle ilgili bu rivayetler
dediğiniz kadar uydurmaysa, Kuranın rivayetleri ile de şüphe duymaya başlayın,
o zaman. Aynı sahabeler ve Müslümanlar Kuran diye kitap uydurmuş ve de
sorgulanmasın diye içine bir de biz onu koruyacağız ayeti ilave etmiş olamazlar
mı ?" Diyebiliyor!!!..
Aman Allah’ım!..... Bunu hangi cesaretle
söyleyebiliyorlar?..! Tabii ki
söylemelerine yönelik ellerinde kendi inandıkları tapu gibi rivayetleri var!
Kurandan şüphe uyandıran rivayetleri çok azından örnekler vermiştik. Siz bu yalanları adı sahih olan kitaplara
doldurur da bu rivayetlerin her birini rüyamda peygambere danıştım diyerek
kitaba dökerseniz birileri de buna böyle itibar ederler!!...
Zerre kadar aklı,
mantığı vicdanı olan insan bunun ikisinin yani Kuran’ın ve adına hadis denilen
rivayetlerin kitaplaştırma süreçlerinin aynı şey olmadığını görmez mi! Anlamaz
mı? Ancak vicdanın körlüğü gözün
körlüğünden ne kadar berbatmış, ne kadar karanlıkmış, insan bu tür söylemleri
kendini Müslüman olarak tanımlayanlardan görüp duydukça kalplerin
mühürlenmesinin ne olduğunu anlıyor!.. Bu sözler bir Müslümanın olabilir mi? Ne
ile neyin kıyaslandığına bir bakın!
Ayrıca günümüzde adı hadis olarak gecen rivayetlerin
sayısı iki milyona yakındır. Doğru ve yanlışın iç içe geçtiği, Allah a ve
resulüne iftiraların ağırlıkta olduğu bu rivayetler ile, bize ulaşımında ve
kağıda dökümünde zerre kadar bir yanlış ve yanılgının olmadığı kanatini KURAN ı
eşitlemeye çalışmak, bir akıl tutulması mıdır? Yoksa bir münafıklık mıdır?
Anlaşılır gibi değil!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder